“Elbette biliyor! Ona her şeyi anlattım. Ondan hiçbir şeyi gizlemedim. O bir aziz, bir melek! Hiçbir şeyi bilmek istemedi. Umursamadı bile. Beni seviyor! Beni seviyor, Wanda! Beni seviyor, Wanda!”
Roma sokaklarında çalışan, aşkı bulmaya ve içinde bulunduğu hayattan kurtulmaya çalışan naif bir sokak kadınının hikayesi.
Gerçek bir sinema klasiği ve bir başyapıt. Pier Paolo Pasolini’nin de katkı sağladığı senaryosunu Federico Fellini, Tullio Pinelli ve Ennio Flaiano’nun yazdığı ve yönetmenliğini Fellini’nin üstlendiği bir İtalya ve Fransa ortak yapımı. Başrolde olağanüstü bir performans sunan Giulietta Masina’nın Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu ödülünü aldığı film aynı zamanda Yabancı Dilde En İyi Film dalında da Oscar kazanmıştı. Bob Fosse’un 1969 yapımı “Sweet Charity – Tatlı Charity” müzikalinin de esin kaynağı olan film güçlü görünmeye çalışan ve öyle de olmak zorunda olan çocuk ruhlu bir kadının hüzünlü hikâyesini küçük komedi anlarını da katarak ve dönemin Roma’sının panoramasını çizmeyi de ihmal etmeden anlatıyor ve altmış iki yıl sonra bile çekiciliğini ve farklılığını korurken, hâlâ keyifle seyredilebiliyor. Bir söyleşisinde filmlerindeki tüm karakterler içinde akıbetini hâlâ endişeli bir şekilde merak ettiği tek kişi olduğunu söylediği Cabiria’nın Roma’daki arayış dolu gecelerini anlatan bu içten ve sıcak film her sinemaseverin kesinlikle görmesi gereken bir çalışma.
Fellini’nin sıkça birlikte çalıştığı Nino Rota’nın açılış jeneriğine eşlik eden ve film boyunca da sık sık kulağımıza çalınan müziği seyredeceğimiz hikâyenin içeriğinin tam bir müzikal karşılığı olmuş. Özellikle tıpkı bir operanın açılışındaki uvertür gibi tüm müzikleri “özetleyen” ve başta dinlediğimiz bölüm 1950’li yılların havasını karşımıza getirirken, aynı anda eğlenceli, romantik ve dramatik olmayı başaran bir çalışma ve Cabiria’nın seyredeceğimiz hikâyesinin de adeta bir özeti. Cabiria karakterinin hikâyenin açılışında ve kapanışında yaşadıklarının benzerliği dikkat çekiyor öncelikle ve film bu benzerlik üzerinden kadının -değişmez- yazgısını vurguluyor adeta. Bir kadın ve erkeğin neşe ile koşuşmalarını izliyoruz açılış sahnesinde. Bir nehir kenarında duruyorlar ve kadının mutluluk havası erkeğin elindeki çantayı alıp onu suya itmesi ile aniden sönüveriyor. Cabiria bir sokak kadını, yanındaki erkek ise 1 aydır tanıdığı, aşık olduğu ve kendisini içinde bulunduğu hayattan kurtaracağını umduğu Giorgio. Bir mutluluk hayali -daha- yıkılmıştır kadının ve başında onu koruyan, kollayan ve sömüren bir erkek patronu olmadan bağımsız olarak icra etmeye devam edecektir mesleğini hep yapageldiği gibi.
Çocuk ruhlu, naif, kırılganlığını sertlik ve bağımsızlıkla örtmeye çalışan ve gerçek aşkı aramayı ya da aşktan umudunu yitirmeyi hiç bırakmayan bir kadın Cabiria. Hikâye temel olarak onu beş farklı erkekle geçirdiği zaman üzerinden anlatıyor bize: Açılış sahnesinde parasını kaptırdığına tanık olduğumuz ve kendisini aşık olduğu yalanı ile aldatan Giorgio, yolunun tesadüfen kesiştiği ve kız arkadaşı ile kavga eden ünlü bir film yıldızı, Roma’nın yoksul ve evsizlerine yiyecek dağıtan gizemli bir adam, vakit geçirmek için girdiği bir varyete şovundaki hipnozcu (ve onun yarattığı hayali Oscar karakteri) ve “gerçek” Oscar. Gizemli yardımsever dışındaki tüm adamların kendi hedeflerinin kurbanı oluyor bir bakıma Cabiria ve arayışları hep hüzünle sona eriyor. Ünlü aktörle olan bölüm bir sınıf farkını işaret ederken bir bakıma, zengin sınıfın işçi sınıfını sömürüsünün ve kendi amaçları için kullanımının da bir sembolü oluyor; yardımsever karakter üzerinden ise Fellini Roma’nın parlak görüntüsünün içinde hayli trajik bir yoksulluğu da barındırdığını söylüyor net bir biçimde. Issız yerlerdeki mağara/çukur karışımı yerlerde yaşayan ve bir dilim ekmeğe muhtaç insanların da olduğu bir şehir Roma diyor bize film. Bu gizemli adamın Cabiria’ya kendisinin de “gece çalıştığını” söylemesi ve yardım edilen evsizlerden birinin bir zamanlar havalı bir sokak kadını olması kahramanımız için bir mesaj niteliği de taşıyor kuşkusuz ve yaşadığı hayattan kurtulması gerektiğinin de bir işareti. Cabiria’nın aktörün kendisini götürdüğü gece kulübünde yaşadıklarını veya daha sonra aynı adamın evinde karşılaştığı görkemli zenginlikten yararlanamamasını (sadece bir adet zeytin yemeye fırsat bulabiliyor) mizahı da hiç unutmadan anlatan hikâye realist yaklaşımını korumayı başarıyor hep.
Realist ama aynı zamanda varyetedeki hipnoz sahnesinde olduğu gibi gerçeküstü öğeler de barındıran bir film bu ve bir başarısı da bunları birbiri ile uyumlu ve hiç rahatsız edici olmadan bir araya getirebilmesi. Hipnoz sahnesi ve burada hipnozcunun insanları etkisi altına almasını Fellini’nin sıkça hedefine koyduğu din kurumu ile ilişkilendirdiğini de göründürüyoruz. Cabiria ve kendisi ile aynı işi yapan arkadaşı hayli kalabalık bir dinsel ayine katılıyorlar ve yüzlerce insan ile birlikte Meryem’den bağışlanmayı diliyorlar. Kendilerinden geçerek dua eden insanların dizlerinin üzerinde sürünerek, mumlar dikerek ve göz yaşları içinde ilahiler söyleyerek dertlerine Meryem’den bir çare umdukları sahnede Fellini’nin gösterdiği karakterlerden biri tutmayan bacakları için tanrıdan yardım bekleyen ama işi de kadın pazarlamak olan bir adam. Film bu karakter üzerinden bir ikiyüzlülüğün altını çizerken, tüm bu dinsel tören bölümü Cabiria’nın kurtuluş arayışının bir diğer örneği oluyor; ama sonuçsuz bir arayıştır bu Cabiria’nın da bağırarak ifade ettiği gibi: “Biz değişmedik! Kimse değişmedi! Hepimiz aynı kaldık, şu kötürümler gibi!”.
Filmin müthiş finalinden sonra en dokunaklı anlarından biri hipnoz altındayken “beyaz atlı prens”i ile tanıştığını hayal eden ve müthiş bir mutluluk yaşayan Cabiria’nın hipnozdan çıktığı anda gerçekle yüz yüze gelmesi sonucu yaşadığı korkunç hayal kırıklığı bölümü. Gerçeğin kadının yüzüne sert bir tokat gibi çarptığı bu andan etkilenmemek mümkün değil. Meryem’den beklenen mucizenin akıbeti ile muhasebeci ve romantik Oscar’dan beklenen mucizenin akıbetinin aynı olması filmin üzerine eğildiği önemli bir hususu da vurguluyor: Film burada bir birey olarak Cabiria üzerinden, kurtuluşun bakılan yerde değil başka yerlerde olduğunu (ya da varsa, ancak başka bir yerde olabileceğini) söylerken bu mesajını asıl olarak toplumsal meseleler için söylüyor kuşkusuz. Cabiria’nın nihayet mutluluğu yakaladığı ve kurtulduğunu düşündüğü sırada söylediği “Ne güzel, değil mi? Bu dünyada hâlâ biraz adalet var galiba. Acı çekersin, cehenem azabı yaşarsın ama yine de mutluluk sonunda herkesi bulur” sözlerinin iddia ettiğinin aksine, adaletin ilahî olmadığını, mucizelerin yalan olduğunu ve bireysel bir kurtuluş olamayacağını söylüyor hikâye bize.
Olağanüstü bir sahne ile sona eren filmde Giulietta Masina kolayca bir karikatüre dönüşebilecek karakteri ve üstelik gerektiğinde vurgulu oynamayı da ihmal etmeden müthiş bir performansla canlandırıyor. Karakterinin tüm duygularını, arzularını ve korkularını seyirciye müthiş bir etkileyicilik ile geçirmeyi başarıyor oyuncu ve filmin bugün bir başyapıt olmasının da mimarlarından biri oluyor oyunculuğu ile. Hem gösterişli hem doğal ve sade olabilen bir oyunculuğun ne demek olduğunu sinema tarihinde en mükemmel biçimde anlatabilen performanslardan biri onunki olsa gerek.
Denize bakan bir uçurum kenarında geçen final sahnesindeki çalışması başta olmak üzere görüntü yönetmeni Aldo Tonti’nin önemli bir katkı sağladığı bu siyah-beyaz film sergilediği olumsuz görüntülere, yoksulluğa ve çaresizliğe rağmen tıpkı sık sık karşımıza getirdiği sokak kadınlarının canlılığı, gürültülü ve hayata tutunma çabalarının sonucu olan enerjileri gibi hareketli bir film ve sizi “eğlendirirken” sorgulamanızı da sağlıyor seyrettiğinizi. Vatikan’ın tepkisi (yoksullara yardımın kilisenin iktidar alanının dışında gerçekleştiğinin gösterilmesi yüzünden) nedeni ile sansürlenen ve ancak yıllar sonra hikâyeye eklenebilen yardımsever adamla ilgili bölümde Cabiria ilk ve son kez gerçek adını söyleyerek sahici olanın da bu adamın davranışında hayat bulduğunu kanıtlamış oluyor. Bir mucize mümkünse bunu kilisenin veya illüzyonun değil, iyi yürekliliğin ve dayanışmanın yaratacağını ifade eden bu başyapıt mutlaka görülmeli.
(“The Nights of Cabiria” – “Cabiria’nın Geceleri”)