Ai No Korîda – Nagisa Ôshima (1976)

“Seni çok arzuluyorum ama bir gün bu bıçağı üzerinde kullanacağım”

Karşılıklı cinsel tutkularının yıkıcı bir sonuca yol açtığı bir çiftin hikâyesi.

İkinci Dünya Savaşı’nın öncesinde Japonya’da yaşanan gerçek bir hikâyeyi anlatan, Nagisa Ôshima’nın yazdığı ve yönettiği bir Japonya – Fransa ortak yapımı. Cinsel içeriği ile zamanında pek çok ülkede ya tamamen yasaklanan ya da kesilerek gösterilen film, ilk gösteriminin yapıldığı Cannes’da büyük bir ilgi görmüştü. Bugün hâlâ porno tartışmasının konusu olan film gerçekten yaşananların cinsel boyutunu tam bir gerçeklikle perdeye getirmiş ve iki baş oyuncusu arasındaki gerçek seks sahneleri ile ilgiyi ve tepkiyi birlikte toplamıştı. Cüretkâr kelimesinin az kalacağı, kesintisiz ve tüm hikâyeye yayılan cinsellik sahneleri ile filmin bu açıdan her zaman bir tartışma konusu olacağı kesin; belki de film için kurulabilecek en doğru cümle hikâyesinin ana ögesi olan cinselliği açıkça göstererek görsel açıdan pornonun sınırına kadar geldiği ama cinsel tutkunun ve saplantının boyutunu sonuçları ile birlikte gösteren etkileyici bir hikâye anlattığı. Bu derece doğrudan bir anlatımın gerekliliği kişisel bir yargının konusu olmalı belki de ama görselliğinin çok sert olduğu bilerek izlenmesi gereken bir film bu.

Sada Abe adında bir geyşa ve fahişenin hikâyesini anlatıyor film. Abe 1936’da Kichizō Ishida’nın restoranında çalışmaya başlamış ve o tarihte 42 yaşında ve evli olan Kichizō ile 30 yaşındaki kadın arasındaki yoğun bir erotizm üzerine kurulu ilişkinin da başlangıcı olmuş bu ilk tanışıklık. Nagisa Ôshima bu iki karakterin hikâyesini gerçekten yaşananlara, özellikle de seksüel boyutuna oldukça sadık kalarak anlatıyor ve ikili arasında neredeyse aralıksız süren cinselliği tüm boyutları ile sergiliyor. Cinselliğin kesintisizliğinin örneği olarak gösterilebilecek pek çok diyalog ve sahne var filmde. Örneğin bir sahnede Kichizō tuvalete gitme ihtiyacını -cinsel organını kastederek- “tek dinlenebilme fırsatı” olarak gördüğünü söylüyor gülerek. Kaldıkları bir otelin odasında çalışanların gözleri önünde seks yapmaya devam ediyorlar; yolda yürürken erkek kadının elinden tutarken, kadın erkeğin başka bir organını tutuyor; orgazm hissini artırmak ve uzatmak için tehlikeli oyunlara girişiyorlar vs. Çıplaklıktan hiçbir şekilde uzak durmuyor kamera ve başta iki baş oyuncusu (Sada Abe rolündeki Eiko Matsuda ve Kichizō Ishida’yı canlandıran Tatsuya Fuji) olmak üzere pek çok oyuncuyu çırılçıplak ve cinsel ilişki içinde göstermekten çekinmiyor. Açıkçası Ôshima’nın bu açıdan bir sınır tanımadığı ve özellikle de Tatsuya Fuji’nin bedenini hayli özgür bir biçimde kullandığını söylemek gerekiyor. Bu kadarına gerçekten gerek var mı sorusunun cevabı ise herkes için farklı olacaktır elbette ama durulması gereken bir nokta vardır herkes için ve bence bu noktanın çok ötesine geçiyor yönetmen. Evet, gerçekten yaşananlar da böyle olabilir ama kendinizi tüm bir hikâye boyunca tutkulu bir çiftin yatak odasında yaşıyormuş gibi hissetmenize neden olabilecek bir görsel tercih rahatsız edici ve hikâyenin kendisinin önüne geçiyor ister istemez. Sinemanın gösterilen kadar, biraz da gösterilmeyenlerin tercihi ile oluşan bir sanat olduğunu unutmamak gerekiyor ve yönetmen göstermedik hiçbir şey bırakmayarak rahatsız edici bir tercih yapıyor. Örneğin açılış sahnesinde sokaktaki yaşlı adamın çocuklar tarafından taşlanan cinsel organının veya bir başka sahnede bir kadının çıplak bir küçük çocuğun penisini sıkarak onu ağlatmasının uzun uzadıya gösterilmesinin hikâyeye bir katkısı yok ve neredeyse “sexpolitation” (cinselliğin sömürülmesi) kategorisine bile sokulabilir bu gördüklerimiz.

Hikâyenin erkek kahramanını canlandıran Tatsuya Fuji cüretkârca bedenini sergilemesinin sonucu olarak ülkesinde iki yıl boyunca herhangi bir rol teklifi alamamış ve ancak yine Ôshima’nın bir başka filmi olan “Ai No Bôrei” (Tutku İmparatorluğu) ile dönebilmiş oyunculuğa; sonrasında ise kariyerini başarı ile sürdürebilmiş. Eiko Matsuda ise Fransa’ya gitmek durumunda kalmış ve birkaç filmden sonra da oyunculuğu bırakmış. Konuşmalardan görüntülere tüm hikâyeye sinen şehvet ve erotizmin özellikle de Japonya gibi filmlerde cinsel organların gösterilmesinin kesinlikle yasak olduğu bir ülkede böyle bir sonuca yol açacağı açık ve zaten film de hemen hemen gizli olarak çekilmiş. İçinde yiyeceklerin ve seks oyuncaklarının da yer aldığı fantezilerle dolu olan hikâyede her şey o kadar doğrudan gösteriliyor ki özellikle finale doğru hassas ruhların hazırlıklı olmasında yarar var kesinlikle. Bu hazırlanma bile yeterli olmayabilir; çünkü hayal ettikleri her şeyi deniyor bu çift ve sadece düşüncede kalacaklarını zannettiğiniz ya da umduğunuz sözlerin gerçeğe dönüşmesinin mümkün olması (ki dönüyorlar da) korkusu her an içinizde canlı oluyor. Cinselliğin karakterlerin hayatını “tükettiği” bu hikâye onların sınır tanımaz oyunlarını anlatırken (“Nasıl mutlu olacaksan öyle yap, vücudum sonsuza kadar senin”) bir cinayet aracı olarak şehvetin hem faillerini hem kurbanlarını oyunuyorlar bir bakıma.

Filmin sonunda karakterlerden birinin diğerinin bedenine kanla yazdığı “Sada ve Kichi, sonsuza kadar sadece ikimiz” cümlesi söz konusu ilişkinin iyi bir ifadesi olduğu gibi yaşanan gerçek olaydan da aynen alınmış. Yönetmenin olayın geçtiği dönemde yaşanan ve üç gün süren başarısız askerî darbe girişimine yaptığı gönderme (sokakta yürüyüş yapan askerlerin görüntüsü) ancak konudan haberi olanların farkına varacağı ve açıkçası boşa düşen bir eylem olarak kalırken, hikâyenin asıl politik yanı o dönemde hızla yükselen milliyetçi ortamın totaliter yanına hayli ters bir bireysel hikâye anlatması. İki karakterin sadece kendilerine ve bedenlerine odaklı yaşamı, dönemin atmosferinin karşısına konulmuş bir manifesto olarak görülebilir (çocukların yaşlı adamın cinsel organını ucunda Japon bayrağı olan bir sopa ile dürtmesi de bu bağlamda değerlendirilebilir) ama diğer gösterilenler o denli kışkırtıcı ki kaybolup gidiyor bu içerik.

İki oyuncunun -her anlamda- çok zor bir rolün altından ustalıkla kalktığını kesinlikle söyleyebileceğimiz filmde yönetmenin zaman zaman hayli kabalaşan teşhirciliğine rağmen hem Matsuda hem Fuji karakterlerini erotizmin çerçevesinden çıkarabiliyorlar ve performansları ile övgüyü hak ediyorlar. Özellikle Fuji kameranın kendisini tüm “çıplaklığı” ile karşımıza getirdiği sahnelerde bile seyirciyi cinselliğin vurgulu yanından uzaklaştırmayı başararak hayli iyi bir oyunculuk sunuyor. Özetle söylemek gerekirse; seyri zor, cüretkârlığın bile sınırlarını aşan ve cinselliğin ana akım sinemadaki en sert karşılıklarından birinde Nagisa Ôshima bizi bir erotik yolculuğa davet ediyor ve sonu da en az kendisi kadar sert olan bu yolculuk kolaylıkla nefret de edilebilecek bir çalışma.

(“In the Realm of the Senses” – “Duygu İmparatorluğu”)

(Visited 562 times, 6 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir