Nobel ödüllü Japon yazar Yasunari Kavabata’nın bir romanı. Yazarın gazete muhabirliği yaptığı yıllarda takip edip haberleştirdiği bir Go oyununu anlatan kitap Kavabata’nın kendisi tarafından en iyi eserlerinden biri olarak nitelendirilmiş. Çin kökenli olsa da Japonya’da asıl popülerliğine ve ustalarına kavuşan oyunun en büyük ve yaşlı ustasının son unvan maçında genç rakibi ile yaptığı mücadeleyi anlatan roman kitap olarak ilk kez 1954 yılında yayımlanmış (1951’de bir dergide dizi olarak yayımlanmış öncelikle) ve Kavabata tarafından tamamlanan tek eseri olarak tanımlanmak gibi bir özelliğe de sahip. İkinci Dünya Savaşı’nın sonucundan çok etkilenen yazarın bu kitabı, sadece iki oyuncuyu ve oynadıkları oyunu değil, ülkesini de anlatıyor edebiyat eleştirmenlerine göre. Doğu kültürüne özgü bir oyunun Doğu’nun usta yazarlarından biri tarafından aktarıldığı kitap bir yandan dokunaklı, diğer yandan başarılı gözlem ve değerlendirmeleri ile çok önemli bir çalışma kesinlikle.
Kitabın başında yer alan ve uzun olmasa da hayli bilgilendirici -yazarı belirtilmeyen- giriş yazısında Kavabata’nın kitabını “sadık bir anı-roman” olarak tanımladığı belirtiliyor. Gerçekten de yazar romanı oluştururken daha önce gazetede yayımlanan yazılarından da yararlanmış ve bir oyun ve o oyunun iki tarafı ile ilgili anılarını etkileyici biçimde anlatmış. 3 ay sürmesi planlanan bu geleneksel strateji oyunu yaşlı Şusai Usta’nın hastalığı nedeni ile 6 ay boyunca devam ederken iki oyuncunun da sık sık yanında olmuş yazar (gazeteci kimliği ile Kavabata) ve bu nedenle yazdıkları da çok içeriden bir hava taşıyor ve belki kitabı bu denli etkileyici kılan özelliklerinden biri de bu. Adeta kutsal bir niteliği olan oyunun taraflarından biri olan Şusai Usta eskiden yeniye geçiş döneminin son isimlerinden biri; karşısındaki genç Otake ise yeninin temsilcisi bir bakıma. Kitap iki oyuncunun oyun tarzları ve karakterleri üzerinden sadece birey olarak onları değil, Japonya’yı da (savaştan yenik ve büyük acılarla çıkmış bir ülkeyi de) anlatıyor bize. Bunu yaparkan Kavabata bir sembolizmin peşine düşmüyor; çünkü oyunun ve oyuncuların kendisi zaten gerçekten de değişen bir ülkenin farklılıklarının doğal temsilcileri gibi. İki usta oyuncunun 6 ay süren streslerini, tek bir hamle için bazen saatlerce düşünmelerini ve bir kutsal sanat olarak görülebilecek bu oyunun neden tam bir Doğu kültürü örneği olduğunu yalın ve çok gerçekçi bir biçimde aktarıyor bize. Örneğin hastalığı gittikçe ilerleyen yaşlı ustanın fiziksel durumunu ve bedeninin değişimini anlatan bölümlerden etkilenmemek olası değil.
Yazar bir tren yolculuğunda karşılaştığı bir Amerikalı ile kendisi de oynuyor Go’yu. Bu bölümde sürekli kaybeden Amerikalı’nın eğlenmek için oynamasını ve kaybetmeyi hiç umursamamasını “ruh eksikliği” ile tanımlıyor Kavabata. Tek başına bu bölüm bile okuyucuyu Doğu ile Batı’nın farkları üzerinde düşünmeye yöneltecek güçte. Kavabata oyunun iki tarafına da sevgi ve saygı ile yaklaşmış kitapta ama yaşlı ustaya -üstelik onu hiç idealleştirmeden- ayrı bir özenle yaklaşıyor ve onun nezdinde ülkesinin geleneklerine ve geçmişine saygı gösterisinde bulunuyor bir bakıma. Yazarın kitaptaki önemli başarılarından biri de altı ay süren oyun boyunca mücadelenin yaşandığı mekanları, değişen mevsimleri ve oyunun gidişatını aynı özenle ve incelikle anlatabilmesi bize. Go’yu bilmemenin değerini kesinlikle düşürmediği ama bilmenin (ve sevmenin) daha da büyük bir keyifle okumayı mümkün kılacağı önemli bir roman bu.
(“Meijin”)