Antoine et Colette – François Truffaut (1962)

“Kadın onu sadece bir arkadaşı olarak görüyordu. O ise bunun ya farkında değildi ya da bu durumdan hoşnuttu”

Kendisini sadece arkadaş olarak gören bir kadına aşık olan ve kadının ailesi tarafından da çok sevilen bir genç adamın hikâyesi.

Fransız yapımcı Pierre Roustang’ın beş ayrı ülkeden genç yönetmenlere çektirdiği filmlerle oluşturduğu ve “L’amour à Vingt Ans – Yirmisinde Aşk” adını taşıyan antoloji için Fransız yönetmen François Truffaut’nun çektiği kısa film. Diğer kısa filmleri Japon yönetmen Shintaro Shintarô Ishihara, Almanya’dan Marcel Ophüls, İtalyan Renzo Rossellini and Leh Andrzej Wajda’nın çektiği antoloji için Truffaut 1959 tarihli başyapıtı “Les Quatre Cents Coups – 400 Darbe” ile sinemaya armağan ettiği Antoine Doinel karakterinin ikinci hikâyesini anlatıyor bize. Truffaut’nun ilk yıllarının ve onu Yeni Dalga’nın yaratıcılarından biri yapan tadına doyulmaz dilinin tüm ögelerini taşıyan bu film onun en başarılı çalışmalarından da biri. Antoine Doinel’i yine Jean-Pierre Léaud’un canlandırdığı film Truffaut’nun kendi gençliğinden esintilerle oluşturduğu romantik, esprili, uçarı ve hüzünlü hikâyesi ile mutlaka görülmesi gerekli eserlerden biri.

Bölümleri birbirine Fransız sanatçı Henri Cartier-Bresson’un fotoğrafları ve Georges Delerue’nun müziği ile bağlanan antolojinin kimi eleştirmenlere göre en başarılı bölüm Truffaut’nunki. “400 Darbe” ile doğan Antoine Doinel karakterinin hikâyesini sinemadaki bu ikinci macerasından sonra üç ayrı filmde daha anlatmayı sürdürmüş Truffaut: “Baisers Volés – Çalınmış Buseler” (1968), “Domicile Conjugal – Aile Yuvası” (1970) ve “L’amour en Fuite – Kaçan Aşk” (1979). Bir bireyin çocukluğunu, ilk gençliğini, âşık olmasını, evlenmesini ve boşanmasını ince bir duyarlığı olan hikâyelerle getirdi karşımıza Truffaut. Antoine Doinel karakterini canlandıran ve Truffaut’nun “alter-ego”su olarak nitelendirilen usta oyuncu Jean-Pierre Léaud’un canlandırdığı rolle birlikte büyüdüğü ve Truffaut’nun da kendi kişisel hayatının ve kişisel gelişimi ve olgunlaşmasının izlerini yansıttığı bu beş film sinemanın en ilginç serilerinden de biri olsa gerek. Seri içindeki filmler Truffaut’nun hem sinema dilinin hem de hayatı algılayış biçiminin değişiminin izini sürebilmeye olanak tanıması ile de ayrıca önem taşıyan eserler.

Yarım saatlik bu kısa film Antoine Doinel’i 17 yaşındayken getiriyor karşımıza. Çalar saatin sesi ile uyanan genç adamı gösteren açılış sahnesi sadece filmin değil, Truffaut’nun serbest ve uçarı bir dili olan sinemasının da çok iyi bir özeti. Paris’teki bir sokak görünümünden kahramanımızın odasına geçen kamera onun yataktan kalkıp penceresini açması ve sokağa bakması ile sone erdiriyor bu açılış görüntülerini. Bir klasik müzik plağını pikabına koyan genç adamın ağzındaki -geceden kalma- izmarit ile ayağa kalkarak müziğin eşliğinde “fransız balkonu”ndan sokağa baktığı sahne çarpıcı bir Truffaut bölümü olarak belleklerde yer edecek güzellikte. Daha sonra Fransız aktör Henri Serre’in anlatıcı sesinden Antoine Doinel’i hatırlıyor ve tanıyoruz: “Antoine Doinel şimdi on yedisinde. Haylaz davranışları onu yargıcın önüne çıkardı. Evden kaçtıktan sonra, artık özgür hissediyor. Kendisine özenle bağımsız bir yaşam kurdu. Bir müzik âşığı olarak bir plak şirketinde iş buldu. Sonunda bir iş sahibi olarak kendi ayakları üzerinde durabilme düşünü gerçekleştirmişti”. Dış ses “özgür” kelimesini söylerken Doinel’i caddede koşarken göstermek, o kendisinin dışındaki tüm çalışanların kadın olduğu iş yerinde keyifle plakları kaplarına yerleştirirken arka plandan görünmeyen birilerinin taşıdığı koca bir sanatçı portresine yer vermek ve bu sahnede çalınan şarkıyı sürekli değiştirerek kaplarına koyulan farklı planlara göndermede bulunmak gibi küçük oyunlarla eğlenceli ve çekici sinemasının örneklerini veriyor Truffaut peş peşe.

Kahramanımızın çocukluk arkadaşı (“400 Darbe”den buraya taşınan René karakterini tüm kariyeri bu iki filmle sınırlı olan Patrick Auffay canlandırıyor) ile olan eski bir anısını hatırladığı sahnede görüntüyü küçültmek (perdenin geri kalanını siyah bir zemine dönüştürerek) veya büyütmek gibi küçük eğlencelerle devam eden filmde Antoine’ın bir klasik müzik konserinde Colette adındaki genç kadın ile ilk kez karşılaştığı sahne bu kısa filmin doruk noktalarından da biri. Kendisine âşık olmanın –cinsel bir boyuttan bağımsız olarak- kaçınılmaz olduğu bu sevimli ve naif gencin Colette ile tanışma çabası ve ona yakın olabilmek için yaptıkları (kendi evini terk edip, kızın yaşadığı evin karşısındaki bir otele taşınıyor kızın penceresini hep görebilmek için örneğin) kızı onu sadece bir iyi arkadaş olarak görmenin ötesine götüremiyor ne yazık ki. Hikâye hüzünlü bir şekilde sona ererken, siz de sinemanın bu en sıcak, en içten, en sevimli ve en “sarıp sarmalamak isteyeceğiniz” karakterlerinden birinin duygularını aynen hissediyorsunuz. Genç kadın erkek arkadaşı ile evden ayrılırken, Antoine’ın evde kalıp kızın ailesi ile mandalina yiyerek televizyon seyretmesi kadar, aynı anda eğlence, hüzün ve “hayat devam edecek” samimiyeti içiren pek az sahne vardır herhalde sinema tarihinde.

Cartier-Bresson’un olağanüstü güzellikteki “Paris ve aşk” fotoğrafları ve bu görüntülere eşlik eden şarkının (Xavier Depraz’ın seslendirdiği, Georges Delerue’nun müthiş bir güzelliği olan şarkısı “L’amour à Vingt Ans – Yirmisinde Aşk”) genç bir âşık olmayı çok iyi anlatan sözleri ile son bulan hikâye Truffaut’nun alçak gönüllü başyapıtlarından biri. Bu sözlerdeki (“Dünya gençleri / Âşık olurlar / Doğudan batıya kuzeyden güneye / Kırmızı bir elmaymış gibi / Isırırlar hayatı / Elmanın suyu ağızlarından sızar / Öpücükler ve kalp acısı / Tanışılır ve sonra ayrılırlar / Elini ver bana / İşte, al kalbimi / Acı ile de bitebilir / Mutluluk ile de / Şefkatli ve zalim / Çoktur gençlerin düşleri / Yürürlerken ikişer ikişer hayatın yollarında / Kendi şarkılarını söylerler / Âşıkken yirmisinde) kadar zarif, dokunaklı, gerçekçi ve düşsel bir kısa film bu ve pek çok Truffaut filmi için için rahatlıkla kullanılabilecek bir ifade ile bir başyapıt. Antoine’ın özgürlüğünü ve bağımsızlığını coşku ile kutlayan, bir yandan da onun çocukluğunda sahip olamadığı mutlu aile ortamını özleyişini hüzünle dile getiren bu kısa film Colette rolündeki Marie-France Pisier’in zarifliği ve çekici bir sadeliğe sahip oyunculuğu ve Raoul Cotard’ın Paris’in aşk havasını ve karakterlerinin uçarılığını yakalan siyah-beyaz görüntüleri ile de değer kazanan, kesinlikle görülmesi gereken bir çalışma. Antoine rolündeki Jean-Pierre Léaud’un hikâyeye ve karaktere kattığı ise her türlü övgünün üzerinde elbette.

(“Antoine and Colette”)

(Visited 856 times, 3 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir