Will Penny – Tom Gries (1967)

“Ben aşk hakkında ne biliyorum ki? Aşk, belki hissettiklerime bu adı verebilirsin… hatta daha fazlasını. Daha önce hiç kimse hakkında böyle hissetmemiştim. Senin ve oğlanın benim olmanızı istiyorum, ama…”

Beraber çalıştığı diğer kovboylara göre yaşı hayli ilerlemiş olan bir kovboyun büyük bir çiftlikte bulduğu ve yabancıların çiftliğin topraklarında kalmasını engellemesi gerektiği işinin ilk gününde kendi kulübesine yerleşen bir kadın ve çocuğunu bulmasının hikâyesi.

Tom Gries’in yazdığı ve yönettiği bir ABD yapımı. Amerikan televizyonlarında 1960 yılında gösterilen “The Westerner” adlı televizyon dizisinin kendisinin yazdığı ve yönettiği “Line Camp” adlı bölümünden yola çıkmış Gries ve Charlton Heston’ın başrolünü oynadığı ilginç bir kovboy filmi çıkarmış ortaya. Heston’ın en sevdiği filmi olarak tanımladığı çalışma klasik bir kovboy filmi olmaktan uzak duran hikâyesi, şaşırtan sürpriz sonu (filmin gişede beklenen başarıyı sağlayamamasını bu sona bağlayanlar olmuş zamanında), Heston’ın performansı ve kadrosunun zenginliği ile dikkat çeken, senaryodaki kimi problemlere rağmen ilgiyi hak eden bir yapıt.

Kapanış jeneriğinde Don Cherry’nin sesinden dinlediğimiz “The Lonely Rider” şarkısından da anlayacağımız gibi yalnız bir kovboydur Will Penny. Ailesi yoktur, okuma yazma bilmemektedir ve hepsi kendisinden yaşça küçük olan tüm kovboy arkadaşları gibi nerede iş bulursa orada çalışmaktadır. Hikâye başladığında onu büyük bir sürüyü götürme işini bitirmiş ve yaşı nedeni ile kendisi ile dalga geçen kovboylarla birlikte görüyoruz. Bulduğu yeni işi genç bir kovboyun ricası ile ona devreder ve kendisi de tüm kışı bir çiftliğin geniş topraklarında yabancıların yerleşmesini engellemesi gereken bir işte bulur. Ne var ki daha ilk gün, soğuk ve karlı kışı tek başına geçireceğini düşündüğü kulübede bir kadın ve oğlunu bulur ve asıl hikâye başlar. Usta görüntü yönetmeni Lucien Ballard’ın ve “The Lonely Rider” şarkısını da besteleyen müzisyen David Raskin’in işlerini çok iyi yapmış göründüğü film sürpriz sonu ile kolaycılığa düşmeden anlatıyor hikâyesini ve çatışma sahneleri, bol bol silah sesi ve western’lerin klasik kötü adamlarını içerse de, sonunun da vurguladığı gibi bir dram olmayı öne çıkarıyor ve farklılaşıyor bu şekilde. Tom Gries çok inandığı senaryosunu -yönetmenliği kendisine vermeleri koşulu ile- kabul ettirebilmek için stüdyo stüdyo dolaşmış söylendiğine göre ve pek ilgi görmeyen, küçük bütçeli dört sinema filminden sonra nihayet gönlüne göre çalışabileceği koşullarda bir yönetmenlik imkânına bu film ile kavuşmuş.

Gries’in hikâyesi çekici, senaryosu ise çeşitli inandırıcılık problemleri nedeni ile zaman zaman aksıyor. Örneğin kahramanımızın bir geyik meselesinde çıkan çatışmada içlerinden birini öldürdüğü için peşine düşen çete üyeleri fazlası ile tanıdık ve abartılı çizilmişler ve bu nedenle intikam hikâyesi (“Bir insanın kanını döken insanın kanı da dökülecektir”) yeterince güçlü bir etki yaratamıyor seyirci üzerinde. Kimi gereksiz mizah anları (sert viski sahnesi veya daha da olumsuz bir örnek olarak, ölmekte olduğu düşünülen adamın şaklabanlıkları, bu adamı doktora götürmek için arkadaşlarının pek de acele etmemeleri), ikna edici olmayan bir “bırakalım, uzun süre acı çekerek ölsün” sahnesi ve ellerinde iki değerli rehine olan kötü adamların nedense bu durumu değerlendirmeyi düşünmemesi gibi pek çok sıkıntılı yanı var senaryonun. Ne var ki filmin olumlu yönleri bu -bazıları pek de önemsiz olmayan- sorunların önüne geçerek hikâyeyi seyre değer kılıyor.

Öncelikle tüm bir final bölümü ve hikâyenin kahramanının burada verdiği karar Hollywood’un seyircisini alıştırdığı ve şartlandırdığı içeriklerden çok farklı ve bu cesareti için takdiri hak ediyor Gries. Olması gerekenle mümkün olanın çatıştığı bu final çok doğru ve gerçekçi. Üstelik bu finale giderken bir kovboy filminde görebileceğiniz en iyi “aile sahnelerinden birini yaratmış Tom Gries ve böylece finalin de vurucu bir etkiye sahip olmasını mümkün kılmış. Anne ve çocuğun birlikte söylediği bir Noel şarkısı, çocuğun anneye verdiği bir iyi geceler öpücüğü ve ardından koşarak adama sarılması ve sonra kadın ve erkeğin birlikte “yayık vurmaları” değme dramlarda görülmeyecek güzellikte bir sahne. Gries işte bu ve benzeri sahnelerle hikâyesini klasik bir western’den uzaklaştırıyor ve yaşlanan kovboyların belirsiz akıbetleri üzerine seyircinin de düşünmesini sağlayan bir filme imza atıyor.

Charlton Heston senaryonun kendisine aynı hikâye içinde farklı nüanslarla oynayabileceği bir alan yaratmasını çok iyi değerlendirmiş ve sağlam bir performans sergilemiş. Özellikle finalde çok etkileyici oynayan Heston’a sağlam bir kadro eşlik ediyor. Sonradan “6 Milyon Dolarlık Adam” dizisi ile büyük bir üne kavuşacak olan Lee Majors, 49 yaşında hayatını kaybeden ve zarif bir oyunculuk sunan Joan Hackett, Donald Pleasence, Slim Pickens, Bruce Dern ve Ben Johson’ın aralarında bulunduğu oyuncular ve yönetmenin kendi oğlu olan küçük oyuncu Jon Gries filme kişisel katkılarını sağlıyorlar ve bir kovboyun evcilleş(eme)me hikâyesini seyre değer kılıyorlar. Tüm sadeliği ile bir aşkı gerçekçi kılabilen, Ballard’ın kamerası ile yine gerçekçi bir sertlikle karşımıza getirilen doğa görüntülerine sahip olan ve yapay kovboy karakterlerinin yerine o dönemde gerçekten de yaşadıklarına sizi ikna edebilecek karakterleri olan (keşke kötü adamlar bu denli kaba çizilmeselerdi) bu film sinemanın hatırlanması gereken “kovboy yalnızlığı” hikâyelerinden biri.

(“Dostum Silahımdır”)

(Visited 611 times, 15 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir