“Yeter artık! Bende sorun yok, kişiliğimde de sorun yok!”
1994 yılında Güney Koreli on dört yaşında bir kızın, ailesindeki problemler ve dış dünyadaki trajedilerin ortasında büyümesinin hikâyesi.
Bora Kim’in yazdığı ve yönettiği bir Güney Kore yapımı. Yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olan ve otobiyografik ögeler taşıyan çalışma, aralarında İstanbul Festivali’nin Uluslararası bölümündeki Altın Lale’nin de olduğu bolca ödül kazanan zarif ve dingin anlatımı ile ilginç bir yapıt. Kim’in 2011 tarihli kısa filminin devamı da sayılabilecek film 1990’lı yıllarda çok hızlı bir büyüme sürecine giren ve bunun sancılarını yaşayan Güney Kore’de bir kızın kendisini keşfetmesini yalın bir dil ile anlatırken, dürüst yaklaşımı ile de ilgi çekiyor.
1994 Güney Kore tarihinin birkaç önemli olayının yaşandığı bir yıl: Futbol takımı ABD’de düzenlenen dünya kupasında mücadele eder ve ilk maçında İspanya ile berabere kalarak önemli bir başarı elde ederken, komşu Kuzey Kore’yi uzun yıllardır yöneten Kim Il-Sung o yıl hayatını kaybeder; ülke tarihinin en trajik olaylarından biri de o yıl yaşanır; Han Nehri üzerindeki Seongsu Köprüsü’nün bir bölümü köprünün açılışından on beş yıl sonra çöker ve 32 kişi hayatını kaybeder. Hikâyemizin kahramanı olan Eun-hee için etrafındaki bu olaylar ya hiçbir önem taşımamaktadır ya da köprü trajedisinde olduğu gibi o da tüm Güney Koreliler gibi derinden etkilenir yaşanandan. On dört yaşında ve sekizinci sınıfa giden bir genç kızdır Eun-hee; bir abisi ve ablası vardır, kaba bir insan olan babası annesini aldatmaktadır, annesi ise kapana kısılmış gibi hissettiği (“Annem, evlenince eşinin malı oluyorsun dedi”) aile yaşamının içinde sürekli bir depresyondadır adeta. Küçük kız en yakın arkadaşı Ji-Suk ve erkek arkadaşı ile aile içindeki huzursuzluğun dışında bir mutluluk yaratmaya çalışır kendine ama bu da kolay değildir. Erkek arkadaşının annesi kızı kendi oğluna (ve ait olduğu üst sınıfa) yakıştırmamakta, Ji-Suk ise evde ağabeyinden dayak yemektedir sürekli. Gittiği Çince kursundaki kadın öğretmen onun hayatına bir yenilik ve coşku getiren tek unsur olacaktır.
1990’lar Güney Kore’nin hızlı kalkınmasının ve bunun sonuçlarının yaşandığı yıllar. Eun-hee’nin evi ile okulu arasındaki yolun üzerindeki “kentsel dönüşüm” alanı da bunun göstergelerinden biri. Evlerini terk etmeye zorlanamayacaklarını söyleyen halkın astığı protesto pankartlarının zaman içinde yırtılıp gitmesinin de gösterdiği gibi önünde durulamayacak bir hızla ilerlemektedir bu kalkınma. Hızlı değişim zamanı Eun-hee’nin kendi doğal büyüme hızının çok ötesindedir, tıpkı halkın ülkenin değişim hızına uyum sağlamakta zorlanması gibi. Yönetmen Bora Kim’in ilkokula giderken tuttuğu günlüğünden bir cümleyi (“İnsanlara mutluluk verecek bir karikatürist olmak istiyorum”) filmde kızın öğretmenine yazdığı bir mektuba taşıması gibi çeşitli otobiyografik ögelere yer verdiği yapıtında kendi başına büyüyor görünen bu kızın hikâyesini sakinlikten hiç vazgeçmeden, tanık olduklarımızın gerçek olduğundan hiçbir an kuşku duymayacağınız bir şekilde anlatıyor ve bu sahicilik duygusu ile filmine önemli bir güç sağlıyor.
Yönetmenin ve baş karakterinin kadın olduğu film bu nedenle değil ama erkek karakterleri hep bir yetersizlik ya da olumsuzluk içinde gösterdiği için bir kadın filmi öncelikle. Baba eşini aldatan, sinirli ve yetersiz biri, Eun-hee’nin abisi ise ailenin göz bebeği olmanın da neden olduğu şımarıklığa sahip bir gençtir; erkek arkadaş anne baskısına hemen boyun eğerken, dayı karakteri de hayli ezik bir kişiliğe sahiptir. Bu karakterlerin hemen tümü kendi başarıları olmadığı gibi, etraflarındaki kadınların başarı ve mutluluğu önünde de engel oluşturmuşlardır. Örneğin baba anneyi mutsuz bir evliliğe hapsederken, dayı okuyabilsin diye kız kardeşin okumasına izin verilmemiştir. Kadınlar ile erkekler arasındaki farkın Eun-hee’nin erkek ve kadın öğretmenleri arasında da kendisini gösterdiğini bunlara eklersek, Bora Kim’in bu büyüme hikâyesini feminist bir bakışla ele aldığını söyleyebiliriz rahatlıkla. İlk öpücük girişiminin erkek arkadaşından değil, Eun-hee’den gelmesi de yine bu bakışın sonucu kuşkusuz. Genç kızımız için bir rol model olabilecek tek karakter çabuk kaybedeceği kadın öğretmeni olacaktır bu ortamda. “Feminizm ve Sınıf Siyaseti” gibi kitaplar okuyan kadının Eun-hee için yeni bir dünyanın kapılarını aralayacağı açıktır. Bu öğretmenin “Tanıdığınız insanlardan kaçı içinizde olan biteni gerçekten anlıyor?” sorusu genç kızımızın da içinde olup bitenler konusunda yalnızlığını hissetmesine neden olacaktır.
Bora Kim hikâyesini zarifliğini hep koruyan, dokunaklılığı hep dozunda tutan ve hafif bir melankoli duygusu taşıyan bir dil ile anlatıyor. Depresif görünen hikâyeyi ailenin sonlardaki yemeği, birbirlerine küsen iki arkadaşın barışması ve -en çarpıcı bir şekilde de- Eun-hee’nin okuldaki son sahnesi ile dengeliyor yönetmen ve zorlukların ve büyümenin sancısının karşısına bir umut havasını yerleştirmeyi başarıyor. Matija Strnisa imzalı müziği sinema diline uygun bir yalınlık içinde kullanan Kim altını çizmeden yakaladığı feminist söylemin izini tüm hikâyeye çarpıcı bir doğallık içinde yaymış ve ortaya etkileyici bir sonuç koymuş. Başrolde yer alan ve filmin hemen her karesinde görünen Ji-hu Park’ın sadeliği ve büyüleyiciliği birleştirebilen çarpıcı performansı ile çok önemli bir katkı sağladığı film, her bir karakterin hakkını veren hikâyesi ve kahramanının filme adını veren sinek kuşunu andıran karakteri ile önemli (Burada Eun-hee’nin okuldaki o sessiz sahnesini hatırlamak gerekiyor: Seslerini duymadığımız ama kendilerini gördüğümüz onlarca öğrenciye bakıyor genç kız ve içindeki kıpırtı adeta bir sinek kuşunun o hızlı kanat çırpmaları gibi yansıyor bize), cinsellik dahil el attığı her alanda saygın bir zarifliği koruması ile başarılı bir ilk film.
(“House of Hummingbird” – “Sinek Kuşu”)