Il Posto – Ermanno Olmi (1961)

“Babam diyor ki bu büyük şirketlerde maaşlar pek yüksek olmazmış ama ömür boyu iş garantin oluyormuş”

Ailesinin para ihtiyacı nedeni ile okulu bırakarak büyük bir firmada en alt seviyede işe girmeye çalışan bir genç adamın hikâyesi.

Senaryosunu Ermanno Olmi ve Ettore Lombardo’nun yazdığı, yönetmenliğini Olmi’nin üstlendiği bir İtalya yapımı. Kariyerinde ağırlıklı olarak belgeseller bulunan Olmi sinemanın üç büyük festivalinden ikisinde filmleri ile büyük ödülü kazanmış (“L’Albero Degli Zoccoli” (Nalın Ağacı) ile 1978’de Cannes’da Altın Palmiye ve “La Leggenda del Santo Bevitore” (Ermiş Ayyaş Destanı) ile 1988’de Venedik’te Altın Aslan) ve sinemada hümanizmin en önemli temsilcilerinden biri olmuş bir sanatçıydı. Burada aslında parçası olmadığı İtalyan Yeni Gerçekçilik akımına yakın duran bir hikâye anlatan Olmi, Domenico Cantoni karakteri üzerinden bir genç insanın toplumun ve düzenin yıpratıcı ve kişilikleri yok edici bir aleti olan kurumsal bir şirkette işe girmeye çalışmasını ve orada yaşadıklarını anlatıyor. Sesini hiç yükseltmeden seyirciyi adım adım kaçınılmaz sona hazırlayan ve tam da bu nedenle finali ile etkileyen film, günlük hayatın içinden bize yansıttığı ve ufak bir mizahı da ihmal etmeyen içeriği ile ilgili çok başarılı bir yapıt.

Annesi, babası ve erkek kardeşi ile yaşayan genç bir adam Domenico. Film onu yatağında göstererek açılıyor; gözleri açıktır yatağında ve muhtemelen o gün gideceği iş görüşmesi nedeni ile heyecanlıdır. Daha sonra öğreneceğimiz üzere, kardeşi okumaktadır ve Domenico çalışmak için okulu bırakmak durumunda kalmıştır. Amerikan esintili kurumsal şirket pratiklerinin İtalya’nın iş hayatında da yerini almaya başladığı bir dönemdeyiz ve genç Domenico yaşının gerektirdiklerinin tam zıddı bir dünyaya girebilmek için çabalayacaktır. Ermanno Olmi işte bu genç adamın büyük olaylar içermeyen hikâyesini sade bir dil ile anlatırken, gerçekçilik duygusunu hiç elden bırakmıyor ve belgeselci tavrı ile 1960’lı yılların başından, Milano’dan (“Büyük şehrin etrafını saran kasaba ve köylerde yaşayanlar için Milano öncelikle bir iş yeri demektir”) bir resim çiziyor bize. Film meselesini seyirciye hiçbir anında empoze etmeye çalışmıyor; bizi Domenico ve etrafındakilerle baş başa bırakıyor adeta ve toplumsal düzenin insanları nasıl kişiliklerinden sıyırıp birbirine benzettiğinin resmi ile yüzleşmemizi bekliyor. Bu bağlamda özellikle iki sahne çok iyi düşünülmüş içerikleri ile önemli bir güce sahip: Tüm final sahnesi ve şirketin muhasebe bölümünde çalışanların ev hayatlarının kısaca gösterildiği bölüm. Finalde kameraya bakan genç adamın görüntüsü onun bundan sonra tüm ömrünü bu şekilde geçireceğini, çünkü toplumun kendisine başka bir seçenek sunmayacağı gibi, bir alternatif arayışını da imkânsız kılacağını net bir şekilde söylüyor. Böylece Olmi büyük laflar etmeden, oyunlara girişmeden ve ille de bir politik hava yakalayacağım telaşına kapılmadan, önemli bir politik meseleyi ortaya koymuş oluyor.

Genç adamın iş görüşmesine giderken -bırakmak zorunda kaldığı ya da mezun olduğu- okulun kapısından çıkanları gözetlemesi ve trende ders çalışan öğrencilere bakmasını öylesine normal ve sıradan bir şeymiş gibi gösteriyor ki Olmi tanık olduğumuz iç acıtıcılığın şiddeti daha da artıyor. Çünkü gerçekten de daha önce olmuşluğu ve bundan sonra da olacağı gibi sık rastlanan bir şeydir bu ve zaten hikâyenin kahramanı da bunu ne sorgulamakta ne de bir şaşkınlık duymaktadır. Düzen budur ve o da bu düzen içinde alabileceği yer ne ise, onun peşindeki sıradan bir gençtir sadece. Olmi patronu kapıda ayağa fırlayarak karışılayan güvenlikçilerden insan kaynakları yöneticisinin odasından çıkan kürklü kadının torpiline ve yazılı sınavdaki evli ve orta yaşlı adamın hâline gösterdiği her unsuru ve durumu aynı “sıradanlık” içinde anlatıyor ve ne olayların içindeki karakterler üzerinden ne de kendi sinema dili ile abartılı bir tepki yakalamanın peşine düşüyor. Dünya işte böyle diyor ve yavaşça atılan ama çok sarsan bir yumruk gücündeki finali ile de bizim de bu dünyanın bir parçası olduğumuzu hatırlatıyor.

Senaryo Domenico’nun bir yandan işe girme çabasını ve girdikten sonra da yaşadıklarını, bir yandan da onun sınav sırasında tanıştığı genç kızla yakınlaşma çabasını anlatıyor. Onun kızın yanındaki tavırları ve ruh hali ile henüz bir çocuk olduğunu ve işte bu çocuğun büyük şirketlerin o insan öğüten makinelerinin kurbanı olacağını söyleyen Olmi adeta hiç zahmetsiz yaratılmış gibi görünen ama her biri hikâyeye önemli birer katkı sağlayan ve doğal bir parçası olan detaylarla filmini zenginleştirmiş: Kafede içilen kahvenin fincanlarını ne yapmak gerektiğini keşfetme çabası, genç kızın kendisi ile ilgili söyledikleri (“Hayır, ortaokulu bitirdim. Dil konusunda okumak istiyordum ama vazgeçtim. Eninde sonunda evleneceğim ve işte o kadar”), psikometrik sınavda sorulan kişisel sorulara (yatağını kaç yaşına kadar ıslattığı, acılarını unutmak için içme alışkanlığının olup olmadığı, karşı cinsten özellikle uzak durup durmadığı vs.) genç adamın verdiği mahcup tepkileri ve iki farklı kahve içme sahnesinin zıtlığı üzerinden yaratılan hiyerarşi vurgusunu günlük hayatın içinde tam da olacağı şekilde, süslemeden ve önemini de kaybetmeden aktarıyor yönetmen. Filmin küçük mizah anlarını da aynı doğallıkla karşımıza getirmesi bir diğer başarısı olmuş. Şirketteki yılbaşı kutlamasının tümü, şaşkınlıktan trenin kaçırılması, annenin baba ile oğlu arasındaki sessiz arabuluculuğu ve finalin trajedi ile iç içe “masa kapma” bölümü Olmi’nin filmini nefes alan bir esere dönüştürüyor.

Mizahın yanında kendi sadeliği içinde trajik bir sertlik de yaratmayı başarmış Olmi. Yılbaşı eğlencesinden boş bir odaya geçiş yalnız ve mutsuz ölümün oldukça acı ve güçlü bir ifadesi olurken, boşaltılan bir çalışma masasından çıkan kişisel eşyaların bir paket yapılıp dolabın üzerine atılıvermesi de ölümle birlikte gelen unutulmanın ve yok sayılmanın acı bir sembolüne dönüşüyor. Aslında tüm o sıradanlık içinde, hiçbir anında bir sloganın peşine düşmeden çok önemli bir hikâye getiriyor karşımıza Olmi. Tüm çalışma hayatı boyunca aynı masada oturan ve en öndeki masaya geçebilmek için 20 yıl bekleyen bir çalışan, iş dışında hiçbir kimliğe sahip olmadığı için emekli olduktan sonra da işe giderek bir sandalyenin üzerinde çıkış zilinin çalmasını bekleyen bir diğeri veya çocukları nedeni ile işe geç kaldığı için azarlanan bir kadın gibi karakterlerle hikâye sistemin net bir resmini oluşturuyor.

Lamberto Caimi’nin kamera çalışması ve Olmi’nin belgeselci gözü ile yakalanan detaylar, yönetmenlik çalışmasının dürüst ve gerçekçi havasını hep koruması ve oyuncuların doğallığı sayesinde günlük hayatın içinde saklı olan şiiri yakalayan bir film bu. Domenico’yu canlandıran ve iki filmde daha oynadıktan sonra sinema kariyerini bitiren Sandro Panseri genç karakterinin masumluğunu ve milyonlarca kurbanından biri olacağı yetişkinlerin hayatına girişini inanılmaz bir sadelikle getiriyor perdeye. Finaldeki o sorgulamayan ama başına geri döndüremeyeceği bir şeyin geldiğini de sezen bakışı ile tüyleri diken diken ediyor genç ve amatör oyuncu. Onun hoşlandığı genç kız rolündeki Loredana Detto da ilk ve son oyunculuk tecrübesinde yalın performansı ile dikkat çekerken, güzelliği ile sadece seyirciyi değil, yönetmeni de etkilemiş anlaşılan ki o tarihte 15 yaşında olan Detto iki yıl sonra Olmi ile evlenmiş. Oyuncularının hemen tamamının ilk ve son kez oyunculuk yaptıkları film hem bu özelliği ile hem de gerçek mekânlarda geçen ve savaş sonrasının değişen İtalya’sından bir hikâye anlatması ile Yeni Gerçekçilik akımının içine alınabilir rahatlıkla; ama özellikle bu film ile Olmi’nin Antonioni’nin sinemasına da yakın durduğunu söyleyebiliriz. “İş”in neden olduğu yabancılaşma duygusu ve mimariden (şirket binasının mimarisinin, odaların ve koridorların kullanımı özellikle dikkat çekiyor) yararlanma şekli bunun en iyi kanıtı.

Kendisi de gençliğinde on yıl boyunca Domenico’nunki gibi bir işte çalışmış olan ve anlaşılan oradaki deneyimlerini hikâyeye taşımış olan Olmi’nin bu filmi 1960’larda savaş sonrasının hızlı kalkınma sürecinin içinde olan İtalya’da bu ilerlemenin hümanist olanı süratle yok ettiğini gösteren hayli güçlü ve ilginç bir çalışma.

(“The Job” – “The Sound of Trumpets” – “İş”)

(Visited 359 times, 6 visits today)

“Il Posto – Ermanno Olmi (1961)” için 2 yorum

  1. Merhaba, bu filmi bugün izledim ve film hakkında bir şeyler okumak istedim. Bir iki tane yüzeysel ve anlamsız yazıdan sonra tıpkı bu film kadar sade ve vurucu değerlendirmenize denk gelme şansım oldu. İletişim fakültesi mezunu olmuş olmama rağmen, (hatta sinema tarihi dersleri de almış biri olarak) neden bu filmi hiçbir derste duymadığımı düşünüyordum. Kazara da olsa bu filme denk gelmiş olmak büyük şans.
    Filmi izlerken aklımdan hep şu geçiyordu; savaşta sağ kalanlar, savaşın bedelin ödemeye devam etmiş hep. Çalışarak öldürüldüğümüz yeni bir savaşın içindeyiz bugün. Ömrümüzü beraber geçirdiklerimiz de ailemiz, sevdiklerimiz değil, daha çok “iş arkadaşı” dediğimiz o değişken/flu formdaki ilişki şekli. Evimizden çok yollarda, işyerlerindeyiz. Ne üzücü. Domenico gibi görüyoruz başımıza ne geldiğini ve ne geleceğini. Kaleminize ve emeğinize sağlık.

    1. Merhaba, güzel sözleriniz ve yazıya önemli bir katkı sağlayan yorumunuz için ben de teşekkür ederim. Yaptığımız işlerin; üretmenin ve yaratmanın “kutsal”lığından ve güzelliğinden soyutlanıp, sadece başkalarının refahı için sömürülmemize araç kılındığı bir dünyadayız. Selamlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir