Top Gun: Maverick – Joseph Kosinski (2022)

“Babam sana güvenmişti, ben aynı hataya düşmeyeceğim”

Gizli bir uranyum zenginleştirme tesisini imha edecek bir ekibi eğitmekle görevlendirilen ve bu sırada geçmişi ile yüzleşmek zorunda kalan bir savaş pilotunun hikâyesi.

Tony Scott’ın 1986 tarihli “Top Gun” adlı yapıtından 36 yıl sonra çekilen bu devam filmi bir ABD yapımı. Sinema tarihinindeki nadir “orijinalinden daha başarılı olan devam filmi” örneklerinden biri olarak tanımlanan yapıtın senaryosunu Peter Craig ve Justin Marks’ın ortak hikâyelerinden yola çıkarak Ehren Kruger, Eric Warren Singer ve Christopher McQuarrie yazarken, yönetmen koltuğunda Joseph Kosinski oturmuş. Tıpkı ilki gibi gişede önemli bir başarı sağlayan film, Hollywood sinemasının ve özellikle de aksiyon türünün tüm klişelerini ve formüllerini başarı ile kullanan ve teknik gösterileri ile de meraklısını kesinlikle tatmin eden bir çalışma. Tahmin edilebilir (ve arzu edilecek) gelişmeler, bol bol “Amerika kötülere karşı” propagandası, aksiyonun içine kurnazca yedirilmiş kişisel hikâyeler ve başroldeki Tom Cruise’un hiç değişmeyecek görünen fiziğinden ve diğer oyuncuların çekiciliklerinden bolca yararlanılması filmi geniş kitleler için kesinlikle çekici kılarken, sinema açısından elbette yeni bir şey sunulmuyor. Amerikan sinemasının kitleleri avcunun içinde tutabilme becerisinin son dönemdeki en güçlü örneklerinden biri olan film öncelikle ve sadece “heyecan”dan hoşlananlar için.

Tony Scott’ın 1986’da çektiği “Top Gun”ı ve Berlin grubunun seslendirdiği tema şarkısı “Take My Breath Away”i popüler kültürün sinema ve müzikteki takipçileri çok iyi bilir kuşkusuz. O filmin aksiyonunu beğenen ama genel olarak sinemasını orta karar olarak değerlendiren eleştirmenler 36 yıl sonraki bu devam filmini çok daha başarılı bulmuşlar. Aslında ilki ile çok benzer formüller üzerinden ilerleme akıllılığını gösteren filmin aksiyonu, sinemada teknolojinin gelişmesinin de katkısı ile çok daha görkemli ve senaryosu da daha olgun ama iki film arasındaki başarı farkı o denli önemli de değil. Klişeler, az ya da çok, kaçınılmazdır sanatta, özellikle de popüler bir dal olan sinemada ve orijinallik zaten ticarî yapımların hedefinde de değildir çoğunlukla. Bu bağlamda Amerikan sineması da başarı garantisi olan formülleri her defasında yeniden kullanmakta hemen hep pek mahir olduğu gibi, bu sinemanın seyircisi de hikâyeye, karakterlere ve olay örgüsüne aşina olmanın rahatlığı ile o filmlere çok daha sıcak yaklaşmıştır. Joseph Kosinski’nin 36 yıl sonra çektiği devam filmi işte bu yargıları tamamen doğruluyor.

İlkini hiç seyretmemiş olsanız da karakterleri ve öyküyü rahatça takip edebildiğiniz film ilkinin de müziklerini hazırlayan Harold Faltermeyer’in akıllıca bir seçimle 1980’lerin havasını taşıyan melodileri eşliğinde anlatıyor öyküsünü. Bir devam filmi olduğunu Kenny Loggins’in “Danger Zone” şarkısını ilkinden ödünç alarak gösteren yapıttaki yeni şarkılar (One Republic’ten “I Ain’t Worried” ve Lady Gaga’dan “Hold My Hand”) ise Berlin’in “Take My Breath Away”inin görkeminin ve gücünün gerisine düşüyor açıkçası. 1986’daki filmden kısa görüntülere de (çoğunlukla da anıları akla getiren fotoğraflar aracılığı ile) yer veren film iki öykü arasındaki asıl bağlantı unsuru olarak, ilkinde hayatını kaybeden bir karakterin ikincisinde karşımıza çıkan oğlunu kullanıyor.

Savaş pilotu yetiştirmek üzere kurulan okulun öğrenciler arasındaki lakabıdır Top Gun ve öğrencilerin tümü de gerçek adlarından çok lakaplarını kullanmaktadırlar kendi aralarında. Maverick (Başıboş, toplum kurallarına uymayan kişi) ismi ile çağrılan Pete Mitchell (Tom Cruise) bu lakabı hak ettiğini gösteren bir karaktere sahiptir ve aradan geçen 36 yıla rağmen terfi edememiştir ve test pilotu olarak çalışmaktadır. İçinde olduğu projenin bütçesini kendisinin yönettiği projeye kaydırmak isteyen bir komutanın gadrine uğramak üzereyken ani bir görev çağrısı alır: Adı hikâyede hiç geçmeyen bir ülkede izinsiz bir uranyum zenginleştirme projesi yürütülmektedir ve tesis 3 hafta içinde devreye girecektir. Çok güçlü silahlarla korunan tesisin yok edilmesi gerekmektedir ve bunun için seçilen 12 TOP GUN pilotunu eğitmesi ve 6’şar kişiden oluşan asıl ve yedek ekipleri belirlemesi istenmektedir Maverick’ten. Bu on iki kişiden biri ise, ilk hikâyede hayatını kaybeden arkadaşının oğludur.

Joseph Kosinski’nin filmi hikâyeyi ticarî sinemanın tüm başarı garantili klişelerini ustaca kullanarak anlatıyor ve bunun ilk örneğini de açılış jeneriğinde veriyor. Bir uçak gemisine inen ve kalkan savaş uçakları, gemi üzerindeki onlarca teknik ve askerî personelin işlerini bir profesyonel titizliği ile yapmaları bir videoklip estetiğinde ve hikâye ile hiç ilgisi olmayan bir şekilde gösteriliyor. Filme Amerikan Savunma Bakanlığı ve Donanma’nın sağladığı desteği ve hatta filmin ABD’deki gösterimlerinden önce gençleri orduya ve donanmaya katılmaya çağıran reklamların gösterildiğini düşününce, bu “kahramanları kutsama” görüntülerinin hikâyeyi açması anlaşılır aslında. Nükleer silah yapımında kullanılabilecek şekilde “uranyumu zenginleştirme hakkı neden ABD’de olabiliyor da, onun uygun görmediği ülkelerde olamıyor”u elbette asla sorgulatmayan filmin, hikâye boyunca fedakârlıkları, cesaretleri ve kahramanlıklarına övgü düzülen pilotların gerçek hayattaki karşılıklarının tarih boyunca karıştığı katliamları düşününce, propaganda amacına hizmet ettiği çok açık kuşkusuz. Kaldı ki yok edilecek nükleer tesisin vurulma gerekçesinin “NATO anlaşmasına aykırı olarak inşa edilmesi” olması da NATO’yu bir barış örgütü konumuna yerleştiren hayli ironik bir seçim.

İlk hikâyede de gördüğümüz ve aradan geçen otuz altı yıl boyunca Maverick’in hep yakın arkadaşı ve koruyucusu olmuş Ice karakterinde bir kez daha Val Kilmer çıkıyor karşımıza. İki filmin öyküleri arasında böylece bir bağlantı daha kurmuş olan yapımcılar Kilmer’ın gerçek hayattaki hastalığını da buraya taşımışlar ve bir bakıma kendisine hak ettiği saygı gösterisini yapmışlar. Otuz altı yılın değiştirdiği dünyanın ve günümüz sinemasının hassasiyetlerini de gözetmeyi atlamamış yapımcılar ve hem kadın karakterler (ki on iki savaş pilotundan biri de kadındır) daha güçlü olarak çizilmiş hem de siyah ve Latin karakterlerin sayısı artırılmış. Sonuçta Hollywood dünyanın kendi iradesi dışında değişen gerçeklerine her zaman çok hızlı bir uyum göstermiştir ve burada da bir örneğini görüyoruz bu becerisinin. İlk film için Amerikalı eleştirmen Pauline Kael “öykünün baş kadın karakterinin olmadığı sahneler tam bir homoerotik reklam havası taşıyor” diye yazmıştı; bu ikinci film de dozu azalmakla birlikte benzer bir havaya sahip. Sahilde Amerikan futbolu oynayan genç savaş pilotları (ve fiziksel açıdan onlardan geri kalmayan Cruise’un Maverick’i) bedenlerinin üst kısımları çıplak olarak ve tam bir reklam filmi atmosferinde bol bol görüntüleniyorlar. Tıpkı açılıştaki kutsama gibi, bu sahne de hikâyeye özellikle yerleştirilmiş görünüyor (“Onları takım yapmamı istemiştiniz” yeterince ikna edici bir açıklama değil) bu erotizmin yeni versiyonunu yaratmak adına.

Tümü “vatansever” olan genç pilotların en sinir bozucu olanının bile sonunda fedakâr ve cesur bir kahramana dönüştüğü, Amerikan ordusuna tek eleştiri konusunun bir Hollywood geleneği olarak sadece belki bürokrasi denebilecek türden olduğu ve ABD’nin tarafında olmayan devletlerin “başına buyruk” olarak kötücülleştirildiği (sanki başına buyruklukta ABD’nin kendisinden daha iyi bir örnek verilebilirmiş gibi) ve klasik aile güzellemelerinin yapıldığı film açıkçası en çok da şunu düşündürmeli: Tüm bu savaş makinelerinin geliştirilmesi için harcanan servet ve emekle insanlığın refahı ve mutluluğu için yapılabileceklerin sınırsızlığı. Bu ütopik düşünceyi bir kenara bırakırsak; savaş uçaklarının, motosikletlerin ve hatta bir teknenin kahramanımızın karakterini yansıtmak için kullanıldığı, kameranın havada bolca uçtuğu ve kaydığı, teknik gösterileri ve aksiyonu ile kesinlikle etkileyici bir film bu.

1986’daki ilk “Top Gun” filminin senaristleri olan Jim Cash ve Jack Epps Jr. Maverick karakterini yaratırken Amerikan donanmasının savaş pilotlarından biri olan Duke Cunningham’dan ve onun Vietnam Savaşı’nda yaptıklarından da esinlenmişler. Orada düşürdüğü bir Vietnam uçağının pilotu ile ilgili yalan söylediği daha sonra tarihçiler tarafından ortaya çıkarılan ve sivil iş hayatında vergi kaçırma, rüşvet ve finansal sahtekârlık suçları işleyen bir adamı hikâyesinin “kahraman”ına ilham olarak alabilen bir zihniyetin teknik becerilerle dolu bu filmi aksiyon meraklılarının elbette görmesi gereken bir çalışma.

(Visited 52 times, 3 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir