I Pugni in Tasca – Marco Bellocchio (1965)

“Bu evde yaşamak tam bir işkence”

Genç bir adamın, üç kardeşi ve gözleri görmeyen annesinden oluşan işlevini yitmiş ailesinin sorunlarını çözmeye soyunmasının hikâyesi.

Marco Bellocchio’nun yazdığı ve yönettiği bir İtalyan filmi. Yönetmenliğe 1961’de çektiği “La Colpa e la Pena” adlı kısa filmle başlayan Bellocchio’nun ilk uzun metrajlı filmi olan yapıt İtalyan sinemasının solcu ve radikal isimlerinden biri olan sanatçının üzerinden geçen altmış yıla rağmen hâlâ yeni ve modern görünümünü koruyan, öyküsü ve sinema dili ile şaşırtıcı, tüm oyuncuların başarılı peformansları içinde Lou Castel’in müthiş bir performansla öne çıktığı, hiciv yüklü dramı (ve hatta trajedisi) ile seyircisini sarsan güçlü bir filmi. Sosyal çürüme ve yozlaşmayı aile kurumunu odağına alarak, yüreğe ve akla dokunan bir şekilde anlatan Bellocchio’nun bu yapıtı, Ennio Morricone’nin müziğinden de aldığı destekle İtalyan sinemasının parlak örneklerinden biri tartışmasız bir şekilde ve bu ülkenin Yeni Gerçekçilik akımından çok farklı bir yerde durması ile de ilgiyi hak ediyor.

Bellocchio kendi hayatından esintiler de taşıdığını söylediği filmin adını Arthur Rimbaud’nun 1870’de yayımlanan “Ma Bohème“ adlı şiirindeki bir dizeden almış: “Je m’en allais, les poings dans mes poches crevées” (Gidiyordum, yumruklarım yırtık ceplerimde). Ortaya çıkan sonuç ise radikal içeriği ve ayrıksılığı ile İtalyan sinemasında tartışmalara yol açmış zamanında. Örneğin Venedik Film Festivali’nin resmi bölümlerine kabul edilmemiş film ve bu nedenle ilk resmî gösterimini ikincilik ödülünü Istvan Szabo’nun yönettiği “Álmodozások Kora” ile paylaştığı Locarno Film Festivali’nde yapabilmiş. Dönemin ünlü İtalyan şarkıcısı Gianni Morandi kendisine önerilen Alessandro rolünü başta kabul etse de, plak şirketinin “kariyerini mahvedebileceği” gerekçesi ile karşı çıkması üzerine ret etmek zorunda kalmış sonradan. Onun kabul edemediği rolde müthiş bir iş çıkaran Lou Castel’in davranışları çekimlere zaman zaman ara verilmesine ve bir sahnenin değiştirilmesine yol açmış, hatta Alessandro’nun ağabeyi Augosto’yu canlandıran Marino Masé, Castel’i tokatlamış film setinde. Yönetmen için belki asıl önemli olan, çok sevdiği iki yönetmenin, Michelangelo Antonioni ve Luis Buñuel’in (Buñuel için “Büyük bir sürrealist, bir devrimci olduğuna inanılıyor ama o muhafazakâr bir ahlakçıydı” demiş Bellocchio) onun yapıtını sert bir biçimde eleştirmesi osa gerek; ama Pier Paolo Pasolini kendisine gönderdiği bir mektupta beğenisini ifade ederken, onu içeriğin biçimin önüne geçtiği “nesir sineması”nın temsilcilerinden biri ve Yeni Gerçekçilik akımının ötesine geçmeyi başaran biri olarak alkışlamış. Elbette siyasette de karşılığı almış bu tepkilerin ve “aile kurumuna saldırı” nedeni ile, ülkenin en büyük merkez partilerinden Hristiyan Demokrat Parti’den eleştiriler gelmiş filme ve yönetmenine.

Üçü erkek biri kız dört kardeşten ve gözleri görmeyen bir anneden oluşuyor öyküdeki aile: Augusto (Marino Masé) çocukların en büyüğü ve tek çalışanıdır; dış dünya ile anlamlı bir iletişimi de olan tek kişi olan Augusto ailenin doğal liderliğini üstlenmiştir. Her ikisi de epilepsi hastası olan Alessandro (Lou Castel) ve Leone (Pier Luigi Troglio) ve, zaman zaman tuhaf hareketleri olan Giulia (Paola Pitagora) diğer üç kardeş olarak onun gölgesi altında yaşamaktadırlar ve zamanlarının çoğunu evde geçirmektedirler. Sık sık mezarı ziyaret edilen eşini kaybetmiş olan anne (Liliana Gerace) görme engeli yüzünden de evde herhangi bir iktidar sahibi değildir. İşlevlerini yitirmiş bir ailenin resmini çiziyor Bellocchino ve bunu çok güçlü bir sinema ile yapıyor; öyle ki seyirciyi ilk karesinden sonuncusuna kadar avucunda tutan sinema dili ve kayıtsız kalmanın mümkün olmadığı finali ile “seyri zor” öyküsünü sinemanın en üst düzeydeki örneklerinin arasına yerleştiriyor.

Sinemanın pek çok başyapıtında katkısı olan Ennio Morricone’nin jenerikle başlayan müzik çalışması filmin başarısının en önde gelen faktörlerinden biri. Sahnelerin pek çoğunda kullanılan bu müzikler adeta o sahnedeki karakterlerden biri işlevini üstlenmiş ve özellikle Alessandro’nun ruh halinin dışavurum araçlarından biri olarak müthiş bir iş başarıyor. En başta dinlediğimiz ve gerilim ile hüznün iç içe geçtiği bir ninninin havası taşıyan melodiler Morricone’nin sinema sanatına armağanlarının en parlak olanlarından biri. Tıpkı Bellocchio’nun yönetmenlik çalışması gibi hâlâ modern duran ve dozunda bir stilizasyon (seyrettiğimizin bir film olduğunu ima etmeyi ihmal etmeyen ama öte yandan da kesinlikle çok gerçek görünen bir hava anlamında) içeren bu çalışmanın başarısını görüntü yönetmeni Alberto Marrama da tekrarlıyor. Onun siyah-beyaz görüntüleri bu “renkler”in zıtlığını keskin biçimde kullanırken, başta yakın planlar ile olmak üzere modern bir yoğunluk katmış sahneye ve bir yandan da kimi sahnelerdeki kamera çalışması ile Fransız Yeni Dalga akımından ilham alınmış görünüyor. Belki de Bellocchio, Morricone ve Marrama’nın çıkardıkları işlerin tümünü bir ortak nitelik ile tanımlamak mümkün: dürüst bir hamlık. Tüm bu işler sanki üzerinde hiç oynanmamış bir kendiliğindeliğin doğallığına sahip ki filmi baştan sona güçlü kılanlardan biri de bu. Silvano Agosti’nin kurgusu da işte yine bu sözcükle nitelenebilir; La Traviata’dan bir bölümün (“È strano! … Ah, Fors’ è Lui “ ve “Sempre Libera”) eşlik ettiği olağanüstü final sahnesinin kurgusu Agosti’nin işini ne iyi yaptığını gösteren bir ham sertliğe sahip ve “cepteki yumruklar”ın biz görmesek bile sıkılı olduğunu hatırlatıyor çok doğru bir şekilde.

Bellocchio’nun öyküsü burjuvaya aile kurumu üzerinden indirilen bir yumruk olarak tanımlanabilir. Dört kardeşi ve annelerini ikiyüzlülük, iktidar, özgürlük, cinsel arzular ve aşk (yasak türden olanları da dahil olmak üzere) gibi farklı kavramlar üzerinden anlatan hikâye bu beş karakteri de gerçek kılıyor güçlü bir biçimde. Bunu yaparken de başta final olmak üzere elbette, benzersiz sahneler getiriyor karşımıza: Alessandro’nun kendisinden ders alan bir çocuğa verdiği “terasta güneşlenen kızı gözleme ve gördüklerini tarif ettirme” ödevi ve ona oynadığı karne oyunu, cinayet bölümleri, iki kardeşin tabut başındaki tuhaf konuşmalarına tanık olduğumuz bölüm vb. çekici bir sineması olan pek çok sahne var filmde. Tüm bu sahneleri ilginç kılan en temel unsur ise karakterlerin kendileri kesinlikle.

Bu karakterlerin en ilginç olanı ise sinemanın en özgün olanlarından biri olduğunu rahatlıkla iddia edebileceğimiz Alessandro elbette ve ilginç bir yaşam öyküsü olan Lou Castel müthiş bir oyunculukla canlandırmış onu. Yarı İrlandalı yarı İsveçli olan, Kolombiya doğumlu ama sinema yaşamının önemli bir bölümünü İtalya’da geçiren bir oyuncu Castel, İtalya’da “Anni di Piombo” (Kurşun Yılları) olarak anılan ve hem sağ hem sol örgütlerin yarattığı terörün toplumsal dinamikleri sarstığı dönemde komünist bir örgüte üye olmuş (onu komünizm ile tanıştıranın annesi olduğunu ekleyelim) ve sonuçta istenmeyen kişi ilan edilerek ülkeden çıkarılmış. Kendisi de komünist olan Bellocchio, film okulunda tanıştığı Castel’in -figüran olarak görev aldığı Luchino Visconti’nin “Il Gattopardo” (Leopar) filmini saymazsak- bu ilk oyunculuğunda çıkardığı performansı “Yumuşak huyluluk ile suçlu olmanın karışımı” olarak tanımlamış. O muhteşem finalde teatral bir havada Marlon Brando’nun metot oyunculuğunu hatırlatan (Giulia’nın odasında Brando’nun bir resminin olması da ilginç bu bağlamda) Castel, karakterine beklenmedik bir kibarlık ve tatlılık katarken, âmâ annesinin önündeki vücut dili veya ona gazetede yazıyormuş gibi yaparak uydurduğu haberleri “okumasına” tanık olduğumuz bölüm gibi pek çok örneği verilebilecek bir gösteri yapıyor.

Evin en büyük çocuğu Augusto’yu oynayan Marino Masé, dengesizlikleri olan Giulia rolündeki Paola Pitagora, evin en küçük çocuğu olan ve etrafındaki tüm tuhaflıklara aciz bir çocuk gibi bakakalan Leone rolündeki -ilk ve tek oyunculuğunu yapan- Pier Luigi Troglio ve görme engelinin etkisiz bir figüre dönüştürdüğü anneyi canlandıran Liliana Gerace yalın ve doğal performanlarla eşlik etmişler Castel’e. Burada Pitagora için ek bir söz de söylemeye gerek var: Bir kardeşine ilgili olan ve bir diğer kardeşinin de kendisine ilgi duyduğu kız kardeşin seyirciyi ikilemde bırakan dengesizliklerini çok zor işi başararak inandırıcı kılmış.

Bellocchio’nun senaryosunun başarılarından biri, bir başka filmde sürpriz unsuru olarak kullanılacak bazı gelişmeleri seyirciye hiçbir oyun oynama gereği duymadan değerlendirmesi ki bu da öyküye sert bir etkileyicilik sağlıyor. Daha başlarda Alessandro’nun planlarına tanık oluyor ve onu elinde bıçak, çekiç gibi aletlerle görüyoruz. Onun abisini “özgür kılmak” ve / veya onun gölgesinden çıkmak için giriştiği oyunun hep içinde tutuyor bizi senaryo ve böylece bu genç adamı daha da güçlü bir karakter olarak çiziyor. Bellocchio’nun zaman zaman karakterlere sert zum hareketi ile yaklaşması da artırıyor bu gücü. Bir ilk film için çok olgun ve kararlı bir sinema dili kullanan yönetmen çok düşük bir bütçe ile çalışmış ve finansmanın bir kısmını kardeşi sağlamış. Öyküye klostrofobik bir hava katan ve Piacenza şehrindeki Bobbio kasabasında olan ev ise Bellocchio’nun annesine aitmiş.

23 yıl boyunca New Yorker dergisinde sinema eleştirmenliği yapan, sivri dili ve farklı görüşleri ile bilinen Pauline Kael’in “sinema tarihinin kesinlikle en şaşırtıcı (hayran bırakan anlamında) ilk filmlerinden biri” ifadesi ile övdüğü yapıtta o dönemdeki tüm İtalyan filmleri gibi dublaj kullanılmış ve zaman zaman kendini hissettiren bu durum bile ilginç bir şekilde filmin yukarıda anılan stilizasyonunun parçası olmuş ve seyrettiğimiz eserin ayrıksı doğallığını desteklemiş. Hepsi İtalyan toplumunun belirleyici unsurları olan evlilik, din ve aile kurumlarına saldıran yapıt sadece Alessandro ve Giulia’nın tabut başındaki sahneleri veya Alessandro’nun adeta dünyaya ilk kez karıştığı gece kulübü sahnesindeki uyumsuzluğu için bile görülmesi gereken, İtalyan sinemasının parlak dönemlerini özlemle hatırlatan ve 1968’deki protestoları önceden haber verdiği söylenebilecek “patlayan gençlik” teması ile kesinlikle görülmesi gerekli bir başyapıt.

(“Fists in the Pocket” – “Cepteki Yumruklar”)

(Visited 18 times, 7 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir