“Bu alçak gönüllü genç kadının içinde iki farklı karakter birbirine üstünlük sağlamaya çalışıyordu, gerçek ve korkunç bir şekilde”
Çoklu kişilik bozukluğu olan bir kadının farklı karakterleri arasında gidip gelen hayatının gerçek hikâyesi.
Asıl olarak senaryo yazarlığı ile tanınan Nunnally Johnson’dan bir psikolojik dram. İki farklı karakter arasında sıkışan bir kadının finale doğru sayısı üçe çıkan karakterlerinin içinde kaybolup gitmesinin bu hikâyesi sinemasal özelliklerinden çok konusunun ilginçliği ve Joanne Woodward’ın hak ettiği ödüllere boğulmuş oyunu ile dikkat çeken bir çalışma.
Nunnally Johnson toplam sekiz filmden oluşan yönetmenlik kariyerinde en çok bu çalışması ile dikkat çekmiş ama film onun yönetmenliğinden pek de yarar görmüşe benzemiyor. Gerçek bir hikâyeye dayanan ve hastanın tedavisi ile uğraşmış iki doktorun yazdığı kitabın kronolojik ve biraz düz bir uyarlaması karşımızdaki. Senaryoyu da yazan Johnson’ın bu tercihi muhtemelen hikâyenin gerçekliğini daha da ön plana çıkarma çabasının bir sonucu. Zaten filmin başında Amerikalı gazeteci ve televizyoncu Alistair Cooke hikâyenin gerçekliğini vurgulayan bir kısa konuşma yapıyor ve film boyunca zaman zaman dış ses olarak hikâyeye kısa açıklamalar getiriyor. Bu dış ses, pek çok filmde olduğu gibi burada da gereksiz kesinlikle ve her ne kadar yönetmenin hikâyenin gerçekliği üzerine yüklenme çabasının sonucu olsa da filme herhangi bir katkıda bulunmuyor.
Hikâye gerçek ve ilginç, ve hayli düz olsa da akıcı bir şekilde ilerliyor ve kendisini seyrettiriyor ama filmin sinema sanatı açısından bakıldığına akılda iz bırakan bir yanı yok. Bunun tek istisnası Joanne Woodward’ın oyunu. Üç farklı karakteri (cinselliği bastırılmış ev kadını, ilişkilerinde baştan çıkarıcılığa soyunan bir rahat kadın ve adeta üçünün ortasında durur gibi görünen bir üçüncü kadın; hikâyede ilkinin soyadı “White”, ikincisinin ki “Black” olunca üçüncü de “Gray” soyadına sahip olmalı sanırım, her ne kadar film bunu dillendirmese de) inandırıcılıktan uzaklaşmayan ve ikna edici oyunu ile filmin tüm yükünü sırtlanıyor. Yine de belirtmek gerekir ki onun bir karakterden diğerine geçiş yaptığı sahnelerin çoğunda yönetmen görüntüyü keserek bir başka karakteri kısa süreliğine karşımıza getiriyor ve oyunculuğun görsel bütünlüğüne engel oluyor. Bu ”kesme” karakterler arası geçişi görselleştirmenin zorluğundan ve dolayısı ile ikna edici olamama endişesinden kaynaklanıyor muhtemelen.
Özetle, ilginç hikâyesi, Woodward’ın oyunu ve bir gerçek hikâye izliyor olmanın verdiği ilave motivasyonla ilgiyi hak eden bir çalışma. Hikâye David Cronenberg veya David Lynch’in elinde nasıl bir biçim alırdı diye düşünmek hayli eğlenceli olabilir aslında. Bu durumda labirentler içinde kaybolur muyduk bilmiyorum ama sinema sanatı açısından daha çekici bir sonuca ulaşacağımızdan eminim.
(“Üç Ruhlu Kadın”)