Birinin torunu diğerinin torununu öldüren iki yaşlı kadının hikâyesi.
2005 yılında çektiği “Masahista” filminden başlayarak önce ülkesinde sonra da uluslararası arenada hayli başarı kazanan Filipinli yönetmen Brillante Mendoza 2009’da “Kinatay” adlı filmi ile Cannes’da en iyi yönetmen ödülünü alarak ismini başarılı çağdaş sinemacılar arasına kattı. Yine 2009’da çektiği “Lola” adlı bu filmi ise diğer filmleri gibi bolca ödül kazanmış bir çalışma ve belgesele yakın havası, tarafsız ve dürüst yaklaşımı ve bir sinemacının anlattığı hikâyeye hiç müdahele etmeden nasıl sadece tanıklık rolünü üstlenerek de ortaya müthiş bir iş çıkarabildiğini göstermesi açısından önemli.
Film Manila’da yaşayan iki yoksul ve yaşlı kadının, biri torununun cenazesini düzenleyebilmek diğeri ise cinayeti işleyen torununun kefaletini yatırabilmek ve diğer aile ile tazminat yolu ile uzlaşıp davayı düşürebilmek için, para bulmaya çalışmalarını anlatırken seyirciyi hemen hiçbir anında gerçeklik duygusundan uzaklaştırmaması ile dikkat çekiyor öncelikle. İki tecrübeli kadın oyuncunun (filmin çekildiği tarihte biri 85, diğeri 79 yaşında olan Anita Linda ve Rustica Carpio) müthiş oyunculukları ile seyirciyi peşinden sürükledikleri bir film bu. Peşinden sürüklemek bir yandan çok doğru bir yandan da filmin sakin ve olaysız hikâyesi düşünüldüğünde garip bir tanımlama aslında. Çok doğru çünkü kamera filmin tüm süresi boyunca iki kadını sıra ile takip ediyor ve biz seyirciyi onların bu “sıradan” hikâyelerinin tanığı yapıyor. Burada tanıklık tam da yönetmenin amaçladığı tanımlama olsa gerek çünkü kamera iki kadını odağına aldığı yakın planlar dışında genellikle belli bir mesafesini koruyor gösterdikleri ile ve gerek diyalogların gerekse oyunculukların doğallığı ile izlediğimizin bir gerçek hikâye olduğunun altını çiziyor adeta.
Manila’nın yoksul bölgelerinde geçen filmin iki odak noktası var temel olarak; birincisi para bunların diğeri ise iki kadının hedeflerindeki ısrarcılıkları. Torunları için harcamak amacı ile peşinde oldukları para gerek kadınların parayı bulmak için harcadıkları çabalar ile gerekse para ödüllü televizyon yarışmasından tefecilik bürolarına kadar sürekli kendisini gösteriyor. Adalet duygusu veya diğer değerlerin sıradan ve yoksul insanlar için para karşısında önemini yitirebileceğini söylüyor film ve bunu hiçbir şekilde eleştiri konusu da yapmıyor. Neyin doğru neyin yanlış olduğunun karışabileceği bir dünya bu ve örneğin kadınlardan birinin pazarda sebze sattığı müşterisini kandırarak ondan fazla para almasını sadece tespit eden ve kesinlikle bir tartışmanın konusu yapmayan bir anlatım ile gösteriyor seyirciye. Filmin bu “materyalist” yaklaşımı kesinlikle rahatsız etmiyor çünkü kadınların içinde bulundukları yaşam koşulları, hapishanedeki aşırı kalabalık, borç almak için kredi bürolarına doluşan insanlar bu hayatta ayakta kalabilmek için bir takım değerlerin ancak zenginlerin sahip olabileceği bir lüks olduğunu gösteriyor.
Bu derece gerçekçi bir tavrı olan ve dramın, çarpıcılığın veya sansasyonun değil sadece hayatı göstermenin peşinde koşan bir film için şaşırtıcı bir görsel başarı söz konusu. Nehir kıyısındaki kulübelerdeki yaşamı tespit eden, kadınların peşinde Manila’nın yoksul ve sefalet içindeki sokaklarını dolaşan kamera zaman zaman unutulmaz kareler yakalıyor film boyunca. Bu unutulmaz karelerde su önemli bir yer tutuyor ve sık sık yağan yağmurdan nehire kadar, su filme estetik açıdan çok şey katıyor. Bu estetik duygu hemen hiçbir anında filmin gerçeklik duygusunu zedelemiyor üstelik ve örneğin yönetmene artistik fırsatlar tanıyan nehir üzerinde kayıkla taşınan tabut sahnesinde bile bu fırsat kötüye kullanılmıyor yönetmen tarafından. Manila görüntülerini kameraları ile saptarken sefalet görüntülerinin çarpıcılığının şehvetine kapılmış görünen yabancılar üzerinden bu kötüye kullanımı bir eleştiri konusu yapıyor aksine.
Belki bir parça gereğinden fazla yavaş olduğu söylenebilir ama gerçekliğin peşine düşümüş görünen film yoksulluğun yarattığı koşullar içinde yaşamanın ve sağ kalmanın kurallarını ve bu ortamlarda değerlerin farklı biçimler alabileceğini güçlü bir şekilde anlatan dili ile görülmesi gerekli bir çalışma. Basit görünen senaryosunda iki kadının hikâyesini ustalıkla birleştiren Linda Casimiro’nun başarısını da atlamamalı.
(“Grandmother”)