“Meğerse ben ailemi hiç tanımıyormuşum”
Yaşlı anne ve babalarının daveti üzerine hafta sonu bir araya gelen dört kardeşin hikâyesi.
1980 darbesinden önce çektiği ve politik sinemamızın öne çıkan filmlerinden olan “Maden” ve “Demir Yol” ile ün kazanan Yavuz Özkan’ın darbeden sonra yerleştiği Fransa’dan 1987’de Türkiye’ye dönüşünün ardından 90’lı yıllarda peş peşe çektiği filmlerden biri. Doğrudan politik olmayan ama değişmekte olan Türkiye’nin yaşadığı bu değişimin en küçük toplumsal birim olan aile üzerindeki etkilerini anlatmaya soyunan film kimi eksikliklerine rağmen Türk sinemasının ihmal ettiği bir alana, aile ilişkilerinin analizine, gösterdiği özen ile dikkat çekiyor.
Yavuz Özkan kendi senaryosundan çektiği filmde görünürde mutlu bir ailenin üyelerinin bir araya geldiği iki günde ortaya çıkan sorunları ve sevgi ve saygı görüntülerinin arkasındaki gerçek duyguları filmin adının da vurguladığı üzere bir sepete koyulan yengeçlerin birbirini yemesine benzettiği bir ortamda anlatıyor. Sinemadaki son rolündeki Sadri Alışık’ın canlandırdığı yaşlı babanın ve anı kitabında kendisini tanımladığı adı ile tiyatronun cadısı Macide Tanır’ın canlandırdığı yaşlı annenin iki gün içinde yaşanan tüm tartışmaları, kavgaları ve didişmeleri çaresiz gözlerle izlemesini Yavuz Özkan sinemamızda pek sık görmediğimiz bir olgunluk ile aktarıyor ama burada ölçüyü Türk sineması üzerinden düşündüğümü belirtmek gerek. Bu vurgunun da nedeni senaryodan kaynaklanan kimi aksaklıklar nedeni ile hikâyenin ve bunun karşılığı olan mizansenin zaman zaman tökezlemesi. Evin büyük oğlunun eşinin filmde oldukça absürt duran bir sahnede samanlıktaki yaralı adamla sevişmesi örneğin senaryonun anlatmaya çalıştığının aksine kendini ispat etme arzusu üzerinden üretilen bir intikam duygusunu anlatmaktan çok bir Fransız filmden ilham alınmış bir aksiyon gibi duruyor. Kimi diyaloglar da sinemamızın diyalog yazma becerisi konusundaki sıkıntılarının açık örneklerini oluşturuyor. Örneğin “evimizde yangın çıktı” cümlesinin bir yanlış anlamaya neden olması hikâyeye bir katkıda bulunmadığı gibi öncesi ve sonrasındaki tüm diyaloglar ile birlikte düşünüldüğünde oldukça sakil duruyor. Son bir örnek olarak mutlu aile görüntüsünün arkasındaki gerçeği anlatmaya soyunan bir senaryonun filmin hemen başında ima etmenin çok ötesine gidip ciddi bir sorunu açıkça sergilemesi de hikâyenin sonraki etkisini azaltması gösterilebilir.
Özellikle Derya Alabora ve Mehmet Aslantuğ’un oyunları ile öne çıktığı oyunculuklarda Tanır ve Alışık iki yaşlı insanın son günlerinde tanık oldukları karabasanı sade ve zarif oyunculukları ile canlandırıyorlar. Oktay Kaynarca rolü ile Antalya’da ödül kazanmış olsa da fazlası ile klişe ve abartılı oynuyor pek çok sahnede. Genel olarak bakıldığında ise Yavuz Özkan’ın kalabalık kadroyu ve özellikle kalabalık sahnelerdeki koreografiyi başarılı bir şekilde yönettiği söylenebilir. Özkan özetle bu filminde Türk sinemasının ihmal ettiği bir alanda oldukça iyi niyetli ve kimi önemli aksamalarına karşın seyre değer bir film çıkarmış. Daha iyi bir senaryo ve daha iyi diyaloglar filmi farklı yerlere taşıyabilirmiş ama yine de filme göz atmakta yarar var.