“Sana bakmak, yanlışlıkla olmuş gibi eline dokunmak… Öyle sıcak ve tatlı ki…”
On dört yaşında bir genç kızın kendisi ile ilişki kurduğunu öne sürdüğü bir doktorun hikâyesi.
Çek yönetmen Jan Hrebejk’in son filmi haksız bir suçlamanın insanların hayatını nasıl karartabileceğini anlatmaya soyunmuş gibi başlayan, arada bir aşkın nasıl yakıcı olabileceğine uzanan ve son olarak masumiyet kavramı üzerinde ilerleyen ve bu arada zaman zaman yolunu kaybeden bir çalışma. Seyircisini süprizleri ile şaşırtmayı hedefleyen ve aslında bunu çoğunlukla başaran film temel olarak bütünsellik alanında yetersiz kalmış görünüyor. Yine de film başta Lída rolündeki Anna Geislerová’nın oyunu olmak üzere kimi unsurları ile hayli çarpıcı olmayı başarabiliyor.
Film kabaca ve bazı anlarında da yadırgatıcı bir şekilde iki ayrı bölümden oluşuyor gibi görünüyor. İlk bölüm genç hastasının iftirası ile karşı karşıya kalan doktorun temize çıkma çabasını anlatırken bunu bazen çok düz bazen hayli etkileyici biçimde yapıyor. Petr Jarchovsky’nin senaryosu bu ilk bölümde hikâyenin gelişimini ustalıkla ele alırken masum bir insanın karşı karşıya kaldığı haksızlığı yeterince güçlü biçimde aktaramıyor. İkinci bölüm ise gerek mizansen anlayışı ile gerekse ilk bölümden bu bölüme ani geçişi ile çok farklı bir yerde duruyor. Bu bölümde geçmişteki hikâye görsel olarak filmin bütününden çok farklı bir biçim ile anlatılırken yönetmen ikinci bölümü tek başına orta metrajlı bir film olarak çekseymiş çok daha iyi olurmuş dedirtiyor. “Suç”, “ceza” ve belki de “suç ve ceza” kavramları üzerine bir deneme niteliğine bürünen bu ikinci bölümün “mesajlarının” tartışmalı olduğunu da söylemek gerek. Başka suçları olan bir kişinin işlemediği bir suçtan dolayı cezalandırılmasını film adeta adaletin tecellisi havasında sunuyor ki bu mesajın yanlışlığını tartışmaya gerek yok.
Senaryo kimi anlarında, özellikle bir kadının “kalbine gömmek” zorunda kaldığı aşkının yarattığı trajedisini anlattığı anlarda ve bu anlardaki diyaloglarında, hayli başarılı ama gerçeğin ortaya çıktığı sahnelerinde örneğin, ortalama bir Amerikan polisiyesinin düzeyinde seyrediyor. Yönetmenin ve senaristin filmin genelinde aynı başarı seviyesini tutturamamış olması parlak bir başarıdan söz etmeyi engelliyor ve film cazibe ile sıradanlığın eş zamanlı barındığı bir sanat eseri karşısında ne hissedecekseniz onu hissettiriyor: Sıkıntılı bir keyif. Bir parça klişe olsa da palyaçonun makyajının altında nasıl bir acı içinde yaşadığını bir yandan alçak tondan ama öte yandan hayli güçlü bir biçimde aktaran Geislerova’nın oyununun çok şey kattığı film keşke gelgitlerinden barınabilseymiş ama yine de hikâyesinin sürprizleri, özellikle şiirsel anlarındaki etkileyiciliği ve suç ve ceza kavramları üzerine düşünmeye sevk eden hikâyesi ile kesinlikle ilgiye değer bir çalışma. Neyin suç neyin normal olduğu, cezanın her zaman gerekli olup olmadığı ve insanları yargılarken tek ve özel bir noktaya mı yoksa tüm bir resme mi bakmak gerektiği konusunda sözleri olan film Çek sinemasının son dönem ilgi çekici örneklerinden. Başarılı müzik bandına da dikkat.
(“Innocence” – “Masumiyet”)