Saturday Night and Sunday Morning – Karel Reisz (1960)

“Evlenmenin bedeli çok yüksek; tüm hayatın boyunca taksit ödemen gerekiyor”

İki kadınla aynı anda ilişkisi olan “öfkeli” bir fabrika işçisinin hikâyesi.

Çek asıllı İngiliz yönetmen Karel Reisz’in ilk uzun metrajlı konulu filmi. Allan Sillitoe’nun aynı adlı romanından yazar tarafından uyarlanan film İngiliz Yeni Dalga akımının da ilk örneklerinden biri. Aynı akımın önemli isimlerinden Tony Richardson’ın yapımcılığını üstlendiği filmin bu akımın alamet-i farikası olan öfkeli genç karakterine Albert Finney harika bir yorum katarken, film de sinemanın klasikleri arasında hak ettiği yeri alıyor.

Nefret ettiği bir işte köle gibi çalışmak zorunda kalan ve hayatı cuma geceleri ve cumartesi günleri gittiği barlar ve kadınlar ile geçen gencin öfkesini somutlaştıran pek çok örnek var filmde. İşyerinin tek amacının işçileri daha çok sömürmek olduğuna inanması, tüm hayatlarını çalışarak, sigara içerek ve televizyon seyrederek geçiren ebeveynlerini yaşayan ölüler olarak nitelendirmesi veya evlenmeyi düzenin parçası olmak olarak görüp uzak durması gibi örnekler öfkeli Arthur karakterimizin düşüncelerinin tipik dışavurumları olarak gösterilebilir. Filmin finalinin de vurguladığı gibi bu öfke aslında sonucu belli olan bir öfke. Ekonomik kriz ile birlikte 2011’de İspanya’da ortaya çıkan “Los Indignados – Öfkeliler” grubunun gösterilerinin ve protestolarının sonuçta bir şeyleri değiştirmeye yeterli olmayacağı/olmadığı gerçeği de bu sonucu önceden belli çabaların bir örneği idi sonuçta. Herhangi bir ideolojisi ve bunu destekleyen toplumsal/siyasal bir örgütlenmesi olmayan bir grubun öfkesinin sonuçsuz kalması çok doğal olsa gerek. Bu filmde de karakterimiz işyerindeki asiliği nedeni ile kendisine kızıl diye seslenen ustasını kastederek “bunun gibi adamlardan beni kurtaracağını bilsem komünistlere oy verirdim” cümlesini de elbette bilinçsiz ve aslında alaylı bir şekilde söylerken bu gerçeği destekliyor.

Kurulu düzenin/sistemin bireyleri ve bunun sonucu olarak da toplumları dönüştürdüğü biçime tepkili olan ama bu tepkilerini tamamen bireysel olarak gösteren karakterlerden biri kahramanımız. Senaryo 1967 yılına kadar İngiltere’de yasak olan kürtajdan yoksulluğa çeşitli sosyal konuları hikâyesinin içine ustalıkla yedirmiş görünüyor. Annesinin mezarına çiçek koyabilmek için bir cenaze evinin vitrin camlarını kıran adamla ilgili sahne hikâye ile değilmiş gibi görünse de aslında kahramanımızın doğrudan kendisi ile ilgisi olmasa bile etrafında olan biten yanlışlıklara da öfkelendiğini göstermesi açısından akıllıca düşünülmüş bir küçük yan hikâye örneğin. Ne var ki bu öfke sistemin kendisinden çok sonuçlarına yönelen ve bir değişim yaratmak için gerekli en temel araçtan, örgütlenmekten uzak duran bir öfke.

Senaryonun en başarılı yanlarından biri baş karakterini olağanüstü denecek ölçüde derin ve net bir şekilde çizebilmesi olsa gerek. Öyle ki bu karakter ile ilgili en ufak bir soru işareti bırakmıyor sizde seyrettiğiniz hikâye. 1960’da çekilen ve 60’lı yıllarda hızlanan cinsel özgürlük harekterlerinin ipuçlarını da yansıtan hikâye bu karakterin öfkesine eşlik eden alaycılığını, kabalığını ve ne olursa olsun ayakta kalma becerisini dahil olduğu sinema akımının sosyal gerçekçilik özelliğine uygun bir biçimde tüm doğallığı ile getiriyor karşımıza. Başarılı bir siyah beyaz görüntü yönetimi olan filmde Reisz ekonomik kamera hareketlerini nadiren çarpıcı kamera açıları ile değiştiriyor ve böylece ilgili sahnelerin çarpıcılığını artırıyor. Filmin John Dankworth imzalı ve caz esintili orijinal müzikleri ve çeşitli sahnelerde kullanılan dönem müzikleri de hikâyenin atmosferine gösterdikleri uyum ve dönemin havasını tam anlamı ile seyirciye yansıtan içerikleri ile dikkat çekiyor.

Kaba ve öfkeli genç rolünde Albert Finney Arthur karakterinin anti-kahramanlığına başarı ile can verirken onun öfkesini de hem elle tuttulur hem de inandırıcı kılmayı beceriyor. Diğer rollerde İngiliz sinemasının Rachel Roberts’dan Hylda Baker’a, Shirley Anne Field’dan Norman Rossington’a başarılı karakter oyuncuları ülkelerinin oyunculuk geleneğinin başarılı örneklerini sergiliyorlar. Çoğu sahneleri Nottinghamshire’da çekilen ve bölgeden başta sıra sıra tuğla evler olmak üzere etkileyici ve belgesele yakın görüntüler yakalayan film şehrin koyu griliğini de atmosferini destekleyen öğelerden biri olarak kullanma becerisini gösteriyor. Finalde baş karakterimiz “her zaman taş atacak birileri olacaktır” derken İspanya’nın “öfkelilerini” düşünebiliriz ama bu taşlar sistemi değiştirmeyip sadece sistemden biraz da biz pay alalım amacı ile atıldığı sürece bizim hayatlarımız da filmin finalindeki gibi uzlaşmacı bir son ile sürecektir kuşkusuz. The Smiths’den (“There Is A Light That Never Goes Out”) Arctic Monkeys grubuna (“Whatever People Say I Am, That’s What I’m Not”) pek çok İngiliz müzisyene de ilham kaynağı olan film sinema tarihinin görülmesi gereken klasiklerinden biri özet olarak.

(“Sevişme Günleri”)

(Visited 412 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir