“Bugün Ankara’dan haber geldi. Büyük taarruz başlamak üzere. Muvaffak olursak, silahlarla biz de onlara katılacağız. Allah yardımcımız olsun!”
İşgal altındaki İstanbul’da İngiliz ordusunun içine sızmayı başaran bir Türk askerinin hikâyesi.
Tarihimizde İngiliz Kemal lakabı ile tanınan Ahmet Esat Tomruk’un anılarından ilham alan bir Kurtuluş Savaşı filmi. İlk kez 1952’de Ayhan Işık’ın oyunculuğunda, senaryosunu Osman Seden’in yazdığı ve Lütfi Akad’ın yönettiği “İngiliz Kemal Lawrense Karşı” adlı filmle sinemamızla buluşan bu gerçek karaktere Yeşilçam’ın ikinci el atışı bu film. İşin ilginç tarafı bu filmle aynı yılda, yine 1968’de Osman Seden’in yönettiği ve senaryosunu yazdığı “İngiliz Kemal’in Oğlu” adlı bir film daha çekilmiş ve oğul rolünü de Fikret Hakan canlandırmış. Telif hakkı vs.nin adının bile geçmediği Yeşilçam yılları için gayet sıradan bir durum bu ve bir gerçek karakteri fiktif oğlu ile aynı yıl sinemada buluşturmuş kısacası. Yıllar sonra televizyonumuz da el atmış bu kahramana ve 2011’de Kenan İmirzalıoğlu İngilliz Kemal olmuştu.
Burhan Bolan’ın elinden çıkan senaryosu, Ertem Eğilmez’in yönetmenliği ve Kartal Tibet’in filmin en sorunlu anları olan romantik sahneler dışında aksamayan oyunu ile sinemamızın eli yüzü düzgün fimlerinden biri karşımızdaki. Gerçek hikâyenin nerede ise sadece “İngiliz ordusuna sızan Türk” kısmını alıp bambaşka bir hikâye anlatsa da, başta giriş sahnesindeki olmak üzere yabancı filmlerden aşırılmış müzikleri olsa da ve senaryo kimi anlarında inandırıcılıktan uzaklaşsa da filmimiz kendisini seyrettirmeyi başaran, Eğilmez’in doğru bir tempo tutturduğu ve Türk sinemasında çok sık rastlanmayacak bir şekilde hikâyenin akıp gittiği bir eser bu. Senaryosunun kimi kusurları ise tipik denecek kadar Yeşilçam kokuyor: Lola adlı şarkıcı kadına aşık olan Türk direnişçisi adamın, bu tutkusunun neden olduğu sıkıntıların karşısında senaryo elbette kendisine son bir kahramanlık fırsatı verecek ama şehvete kapılıp vatanseverliğin gereklerini yerine getirmedeki eksikliği nedeni ile öldürecektir onu örneğin. Kahramanımızın yerine geçtiği İngiliz subayın akıbetinin İngiltere’deki ailesi tarafından günlerce hiç merak edilmemesi gibi kusurları ve elbette seyircinin milliyetçilik duygularını kabartacak şekilde, İngiliz subaylarını hep ret etmiş güzel İngiliz kızının casusumuza neredeyse görür görmez aşık olmasını da bu örneğe ekleyebiliriz.
Aksiyonu ve gerilimi aksamadan kotarmayı mütevazi ölçüler içinde de olsa başaran ve örneğin başta yer alan mezarlıktaki çatışma sahnesini ya da sonda köprü üzerindeki esir takası sahnesini ilgi çekici kılabilen filmimiz romantik sahnelerde ise içinde biriktirdiği tüm Yeşilçam alışkanlıklarını üzerimize boca ediyor; aşıkların karşılıklı göz süzmeleri ve sıradan hatta kötü diyaloglar bu sahneleri sanki başkaları yaratmış havası verecek kadar farklı filmin genelinden. Metin Erksan’ın unutulmaz filmi “Sevmek Zamanı” ile kalbimize yerleşen Sema Özcan’a sanki yönetmenimiz sürekli gülmesini söylemiş ve o da bunu yerine getiriyor gibi görünüyor bu sahnelerde. Oysa aynı sahnelerde onun gibi aksayan Kartal Tibet, diğer gerilim ve dram sahnelerinde işini hayli iyi yapıyor ve örneğin sinemamız için pek sık rastlanmayacak bir başarı ile çekilmiş boks maçı sahnesinde öne çıkıyor oyunu ile. Bu sahnenin hikâyenin içeriğindeki yeri ile Alfred Hitchcock’un “Strangers on a Train – Trendeki Yabancılar” filmindeki tenis maçını akla getirdiğini de hatırlatalım bu arada.
Sonuçta sinemamızda çok fazla örneği olmayan Kurtuluş Savaşı filmlerinin vasatın altına düşmeyen bir örneği “İngiliz Kemal. Tibet ve Özcan’a ilave olarak sinemamızın emektar pek çok karakter oyuncusunun da yer aldığı film görülmeyi hak ediyor özet olarak.