“Saygıyı silahın hak ediyor, sen değil”
Bir kasabaya şerif olan Meksikalı bir silahşörün kötüleri kasabadan uzaklaştırmak ve kasabalıların saygısını ve sevdiği kadını kazanmak için gösterdiği çabanın hikâyesi.
Sanat yönetmenliği ile iki Oscar ödülü kazanan ve bugün yönetmen olarak pek hatırlanmayan bir isim olan Harry Horner’ın (Amerikan sinemasının Oscar’lı bestecisi, Titanic ve Braveheart ile beğeni almış James Horner’ın babası kendisi) yönettiği alçak gönüllü bir western. Richard Carr’ın orijinal senaryosundan çekilen film baş oyuncusu Anthony Quinn’in ilginç tiplemesi dışında biraz da hikâyesinin alışılan western’lerden farklı oluşu ve bir “düzen koruyucunun” kendisini kabul ettirmeye odaklanması ile dikkat çeken ama bunun dışında genellikle vasat sularda seyreden bir çalışma.
Film bir evi farelerden temizlemek için yılan kullanılmasının sonucu üzerinden kuruyor hikâyesini. Evin içine salınan yılan farelerin işini bitirdiğinde, ev sahiplerinin artık o yılanla yaşamak zorunda kalacak olması gibi kasabalılar da birkaç kötü adamı temizleyen kahramanımızı kasabalarına gönülsüz bir şekilde şerif yapıyorlar ama kasabayı terk etmesi için de ellerinden geleni esirgemiyorlar. Bu gönülsüzlüğün nedeni tanımadıkları bu adamı öldürdüğü kötü adamlarla birlikte görmüş olmaları olarak gösteriliyor filmde. Meksikalı adamın bu kökeninin kasabalıları rahatsız ettiğini pek ima etmeyen filmin bu rolü verdiği Meksika kökenli Quinn’in karşısına yine aynı kökeni taşıyan kadın oyuncu Katy Jurado’yu yerleştirmesi ise ince bir Hollywood tavrı olsa gerek. Senaryomuz karakterlerin ve olayların arkasını deşelemeye pek yanaşmadığından filmdeki hemen tüm olan bitenler gibi kahramanımızın kasabalılar tarafından ret ve kabul süreci de öylesine ilerliyor gibi görünüyor. Film sanki gördüklerimiz ile yetinmemiz gerektiğini düşünüyor ve hikâyeye katmaya çalıştığı kimi gerilim noktaları ile idare etmeye çalışıyor durumu. Bu gerilimler (silahşör ile kasabada tanıştığı kadın arasındaki aşk/nefret ilişkisi, kasabanın zengin ve hırslı kötü adamı ile kahramanız arasındaki mücadele ve elbette kasabalıların adamı benimseme sürecinin gerilimi), Whit Bissell’ın keyifli biçimde canlandırdığı alkolik üçkağıtçı karakteri üzerinden yaratılmaya çalışılan komedi ile beslenmeye de çalışılmış ama çok çarpıcı bir sonuç üretmiyor bu çaba açıkçası.
Bir kadını nerede ise ilk gördüğünde zorla öpecek kadar kaba olarak çizilen karakterin bu yanını hikâye eleştiriyor mu pek anlaşılmıyor çünkü sonraki gelişmeler böyle bir eleştiriyi pek hissettirmiyor. Quinn’in özellikle sarhoş anlarında nerede ise bir Sadri Alışık tiplemesine büründürerek canlandırdığı karakterini bedenini zaman zaman bir özürü varmış gibi veya sürekli sarhoşmuş gibi oynaması filmin ilginç yanlarından. Onun bu çabası hikâyenin, daha doğrusu senaryonun biraz yüzeysel kalmış olmasının neden olduğu zayıflığı gidermeye yetmiyor ama yine de filme belli bir çekicilik kazandırıyor. Jurado’nun kendisine aksamadan eşlik etmesi de filmin artılarından biri. Senaryo evet zayıf ama kimi başarılarını da görmemezliğe gelmemeli. Karşımızda her şeyden önce bir anti-kahraman var; sürekli içen, geçmişi –bilinmediği için- süpheli, kaba ve kadını bir kenara koyarsak tümü beyaz olan kasabaya gelen bir Meksikalı o. (Son iki özelliğin yukarıda belirttiğim gibi film tarafından hemen hiç vurgulanmadığını ama üzerine gidilse hikâyeye çok şey katabileceğini ekleyelim bu arada). Kasabalının dans gecesinde bu anti-kahramanı dışlaması da filmimizin aşina olduğumuz kahraman silahşörlerden farklı bir karakter çizmeye çalışmasının bir örneği olarak gösterilebilir. Özetle kimi ilginç yanları ile göz atmaya değer küçük bir western “Del Rio’dan Gelen Adam” ve tadı en çok filmin göstermeye pek de gayret etmediği yanlarına odaklanarak çıkarılabilir diyebiliriz.
(“Del Rio’dan Gelen Adam”)