The Believer – Henry Bean (2001)

“Hitler var olmasaydı, Yahudiler kendileri yaratırdı onu. Böylesine bir nefret olmadan, bu sözde seçilmiş insanlar yeryüzünden yok olurdu çünkü. Ve bu da korkunç bir gerçeği ve biz Naziler’in en büyük zorluğunu gösteriyor bize. Yahudiler’e ne kadar kötü davranılırsa, o kadar güçlü olurlar. Mısırlılar’ın onları köle yapması bir ulus olmalarını sağladı. Soykırım güçlendirdi onları. Auschwitz İsrail devletinin doğmasını sağladı”

Bir Nazi örgütünün fanatik bir üyesi olan bir Yahudi gencin hikâyesi.

Daniel Burros adlı Yahudi asıllı bir Amerikalı’nın gerçek hikâyesinden esinlenen filmi Henry Bean yazmış ve yönetmiş. Bugüne dek sadece iki film yöneten Bean’in ilk filmi olan çalışma sahibi olduğu çekici çıkış noktasını başarı ile kullanan ve baş oyuncusu Ryan Gosling’in sinemadaki ilk büyük rolünde sürükleyici bir performans sergilediği ilginç bir film. Hikâyesi ve kahramanının “felsefesi” nedeni ile Yahudiler’in dünyasına aşina olanlara daha da çekici gelebilecek olan film, Bean adına da sadece iki film çekmesinin sinema için bir kayıp olduğunu düşündürtecek kadar ciddi bir başarı. Hikâyedeki kimi yan unsurların yeterince açıklayıcı biçimde üzerinde durulmaması gibi bir kusuru olsa da ilgiyi kesinlikle hak eden bir film bu.

Film tüm kutsal kitaplarda yer alan Hz. İbrahim’İn oğlunu Tanrı’ya kurban etmesi hikâyesinin anlamının tartışıldığı bir geri dönüş sahnesi ile başlıyor. Bir Yahudi okulunda öğrenci olan kahramanımız, öğretmeninin hikâyenin İbrahim’in Tanrı’ya duyduğu katıksız ve saf inancın sembolü olduğu yargısını ret ederek, bu hikâyenin Tanrı’nın güç gösterisini anlattığını ve insanlara ne isterse yaptırabileceğinin bir örneği olduğunu söyleyerek karşı çıkar ona. Film boyunca sık sık karşılaşacağımız örneklerin de gösterdiği gibi çok zeki, çok güzel konuşan ve çok öfkeli bir genç, kahramanımız. Ve öfkesi Yahudi olması nedeni ile en çok da kendisine sanki. Bu gerçeği gizleyerek yaşadığı hayatını sürdürülebilir kılmak için her gün artırıyor da nefretini. Onun nefretini doğrulamak için kullandığı argümanların sadece tüm bir Yahudi ırkından nefret edenlerin değil, Siyonizm/İsrail karşıtlarının ve hatta kimi Yahudiler’in de dillendirdiği (veya dillendirebileceği) unsurlar olması hikâyeyi ayrıca ilginç kılıyor. Kendisi de Yahudi olan Bean’ın bu gencin ağzından dile getirilen düşüncelerinin elbette benimsenerek değil, ama üzerinde tartışılarak üretilmiş olduğu açık. Kahramanımız mağduriyetlerinden ama ondan da önce nefret edilmelerinden beslenen bir ırk olduğunu söylüyor onlar (ve elbette aslında kendisi) için ve seyirciye de üzerinde uzun uzun düşünecek fırsatlar ve gerekçeler veriyor.

Ryan Gosling’in mükemmel bir oyunculukla karakterinin nefretini, öfkesini, sorgulamalarını ve kendisini tüketen çelişkilerini karşımıza getirdiği film, kahramanımızın da üyesi olduğu faşist örgütü biraz kaba çizgilerle veya belki daha doğru bir deyişle yeterince derinlere inmeden anlatırken, “sert seksten” hoşlanan kadının hikâyesi ile faşistlerin güce tapmalarını biraz fazla kolaya kaçarak getiriyor karşımıza. Faşizan örgütün yöneticilerinin “ahlâksızlığı” hikâyeye bir şey katmadığı gibi, çok daha derinlere uzanan ve kendi başına kesinlikle fazlası ile ilginç olan felsefi tartışmalara da zarar veriyor. Bahis konusu kadının Yahudilik sembollerine ilgisi de benzer şekilde ve varlığı yeterince ikna edici olmayacak bir şekilde yerleştirildiği için hikâyeye, filmi aksatıyor zaman zaman. Tüm bunların yanında kahramanının hayli yüksek bir potansiyeli olan kişiliğinin ve içinde kopan fırtınaların da hak ettiği kadar değerlendirildiğini söylemek zor ama bu problem Ryan Gosling’in dozunda bir gösterişlilik ile süslediği oyunculuğu sayesinde rahatsız etmiyor neyse ki.

Henry Bean’in yönetmenliği çoğunlukla ticari sinemanın kalıpları içinde ilerliyor olsa da filmin teknik ve görsel anlamda sağlam bir dile sahip olduğunu söylemek mümkün rahatlıkla. Geri dönüşlerde siyah beyaz kullanımı gibi fazlası ile tanıdık bir numaraya başvurmuş olsa da, kahramanımızın okuldaki hayatının ve Naziler’in zalimliğine maruz kalmış bir yaşlı Yahudi’nin anlattığı hikâyenin kahramanımızın kafasında canlandırıldığı halinin benzer bir görsellikle (siyah beyaz olarak) ele alınması, genç adamın yaşadığı çelişkinin görsel karşılığını üretmesi ile dikkat çekiyor. Yaşanan zalimlik seyirciye doğrudan gösterilmese de etkileyici olmayı başaran bu İkinci Dünya Savaşı sahnesinde, genç adamın kendisini hem Nazi askeri hem de zalimliğin kurbanı olan Yahudi olarak görmesi de hayli akıllıca tasarlanmış bir buluş açıkçası ve filmin yaratıcılarını takdir etmek gerekiyor bunun için.

Hikâyemiz temel olarak Yahudilik olgusu üzerinden ilerlese de, ırkçı gencin düşmanlığı sadece onlara karşı değil ve hatta bir sahnede ırkların hiyerarşisini en üstte beyazların, en altta ise siyahların yer aldığı bir resim olarak görüyor. Kendi ırkından nefret eden bir ırkçının ve çevresindekilerin şiddet ve sertlik tutkusu ise filme hem olumlu hem olumsuz anlamda etki etmiş. Yukarıda sözünü ettiğim sert seks seven kadın hayli sakil dururken, ormanda bir kamptaki “sert tanışma” hayli etkileyici örneğin. Filmin müziğinin de benzer bir durumu var. Temel olarak çok başarılı bir müzik çalışması var filmin ve Joel Diamond bu çalışması ile övgüyü hak ediyor. Ne var ki gereğinden fazla dikkat çeken “acı dolu vokaller” bir parça fazla doğrudanlık katıyor müziğe ve filme.

Sorgulayan bir Yahudi’nin bu dünyaya aşina olmayanlara göre üzerinde çok daha fazla düşüneceği ve etkileneceği bir film bu çünkü hayli içeriden anlatılmış bir hikâye var karşımızda. “Tanrı Hitler’i Tevrat’ı terk eden Yahudiler’i cezalandırmak için yarattı” diyen yaşlı Yahudi’den ilgili dinin ritüellerine kadar bu toplumun parçası olanlara hem kalpleri hem beyinleri üzerinden etki edecek yanları var filmin. Ne var ki bu özelliği bu toplumun içinde yer almayanları filmden kesinlikle uzaklaştırmamalı. Evet, film konusunu zaman zaman bir parça fazla mistik bir bakışla ele alıyor belki ama sanırım anlatılan hikâye için doğru bir seçim bu ve Gosling’in performansı bu mistik yanları etkileyici bir gerçekçiliğe büründürmeyi başarıyor. Bir Yahudi’nin Neo Nazi olup Yahudiler’i yok etmekten bahsetmesi pek gerçekçi görünmeyebilir belki ama hem hikâyenin gerçek bir olaydan esinlendiğini hem de Amerikan tarihinde benzer başka örnekler olduğunu (örneğin 1978’deki bir Neo Nazi yürüyüşünü düzenleyenlerden biri Auschwitz’den kurtulan birisinin çocuğu imiş) hatırlamak bu konudaki endişeleri gidermeye yeterli olmalı. İyi anlatılmış, iyi oynanmış bu filmi görmekte yarar var, özet olarak.

(“İnançlı”)

(Visited 551 times, 6 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir