Boş Çerçeve – Ertem Eğilmez (1969)

“Artık hiç kimseyi sevmeyeceğim, hiç! Hiç kimseye inanmayacağım. Bundan sonra hayatım bomboş geçecek. Kalbim bomboş olacak. Tıpkı bu boş çerçeve gibi… tıpkı bu boş çerçeve gibi!”

Ablasının yerine geçerek yazıştığı kişiye aşık olan bir kadının ve sevdiği adamın hikâyesi.

Bülent Oran’ın senaryosundan Ertem Eğilmez’in çektiği bir Yeşilçam yapımı. Bir parça abartılı bir komedi gibi başlayan, sonra romantizme kayan ve melankolik bir trajedi olarak sona eren film, Yeşilçam’ın tipik tüm özelliklerini bünyesinde barındıran bir yapım. Özellikle son yarım saatinde bir abartıdan diğerine salınıp duran film senaryosunun sorunlu kelimesinin hafif kalacağı problemlerine rağmen, başta Hülya Koçyiğit ve Kartal Tibet’in varlığı olmak üzere, kimi öğeleri ile özellikle nostalji tutkunlarının hoşlanacağı bir çalışma. Film ile aynı ismi taşıyan ve Belkıs Özener’in seslendirdiği şarkı ve Ertem Eğilmez’in aksamayan özenli anlatımı da filmi seyretmek için geçerli gerekçeler olabilir.

İsmet Nedim’in şarkısı hem jenerikte hem de filmin kilit bir sahnesinde kullanıldığı gibi, enstrümantal melodiler de filmin her sessiz anını dolduruyor bir Yeşilçam geleneği olarak; öyle ki filmde sessiz bir âna rastlamak epey zor. Koçyiğit piyano başında -Özener’in sesi ile- şarkıyı söylerken neyse ki pek bir senkronizasyon problemi yok (şarkının sonu hariç) ama bu sahne maddi imkânlar gibi gerekçelerle açıklanamayacak tipik yerli film özensizliklerinden (veya saçmalıklarından birini) getiriyor karşımıza ki bu örnek hikâyenin ikinci yarısında ve özellikle de son yarım saatinde üzerimize boca edilen saçmalıklardan biri olarak üzerinde durulmayı hak ediyor. Şarkı söyleyen Hülya ve onu dinleyen dört kişi: Sevdiği ama kendisini terk eden adam, annesi, babası ve ablası. Epey uzun süren şarkı boyunca Hülya, Kartal Tibet’ten gözünü hiç ayırmıyor çünkü seyirciyi kışkırtma amacı var burada. Hadi buna katlanalım ama o ana tanıklık eden diğer üç kişinin hiçbir şeyden kuşkulanmamasını ve aralarında bir şey olduğunu anlamamasını ne yapalım? Anlamaması gerekiyor filmin yaratıcılarına göre; çünkü amaç şarkının sözlerine (“Bırakma ellerimi / Bırakma yalnız beni / Son defa seyredeyim / O yaşlı gözlerini” veya “Artık bülbül ötmüyor / Gül dolu penceremde / Yalnız hatıran kaldı ahh / Boş kalan çerçevede”) uygun bir sahne çekmek. Sadece piyanonun çalındığı (çalınması gerektiği sahnede) saz ekibinin enstrümanlarından çıkan seslerini duymamız sahnenin bir diğer tuhaflığı; şarkıyı bir piyaniste çaldırıp onu kullanmak herhalde maliyetli bir iş olmasa gerek ama ne Yeşilçam’ın bu “özen”i göstermeye niyeti (ve vakti) olmuş ne de seyircinin böyle bir beklentisi anlaşılan.

Film Münir Özkul’un canlandırdığı bir karakterin pınardan su içen genç bir çifte kendisinin tanığı olduğu hikâyeyi anlatması ile başlıyor. Buradan su içen sevgililerin hiç ayrılmayacağı yolunda bir inanış var ve kahramanlarının Hülya Koçyiğit ve Kartal Tibet olduğu bizim hikâyede de çiftimiz “ayrılmıyor”. Hikâyenin sonunun “acı” olduğunu baştan söyleyerek cesur bir tercihte bulunmuş film ve dolayısı ile biz de bu acının ne olduğunu ve nasıl olduğunu izlemeye koyuluyoruz. Kabaca her biri yarım saat süren üç bölüme ayrılabilir bu hikâye: İlk yarım saatinde özellikle Tibet’in abartılı oynadığı ve Oran’ın pek de komik olmayan ve tanıdık gelen mizahı var (sonu acılı olan bir hikâyeye uygunsuzluğu ayrı bir problem bu mizahın). ikinci yarım saate ise diğer iki bölüme göre düzeyi daha yüksek olan romantizm hâkim oluyor. Tipik Yeşilçam belki bu bölüm ama mizahın dozunun mimuma düşmesi, iki başoyuncunun keyifli ve sıcak oyunları ve tanıdık olsa da samimi havası ile filmi ayakta tutuyor. Son bölüm ise melankoliden trajediye gidip gelen ve adeta Bülent Oran’ın elinin ayarını kaçırarak hayal edebildiği ne kadar trajik olay varsa hepsini içine tıkıştırdığı sahnelerle dolu. İki ölüm, bir intihar girişimi, bir hastalık, bir aldatma, iki yalan, bir fedakârlık ve daha niceleri. Seyircinin gözünden birkaç damla yaş alabilmek uğruna inandırıcılığın bu derece uzağına gidip, bir abartıdan diğerine savrulmak filme büyük bir zarar vermiş sonuç olarak.

Evet, gerçekçi hikâye anlatmak zorunda değil ille de bir film ama saçmalığı normal olarak almasını kabul etmemiz de gerekmiyor. “Çirkin, kör, topal, çarpık” gibi kelimelerle fiziksel özürlerle dalga geçilmesini ve Tibet’in bir ağaca oyduğu kalp resminin içine isim yazmak gibi doğa düşmanlığını bir yana koyalım ama şunlara ne diyeceğiz?: Sırılsıklam âşık olduğu kadının sesini tanımayan adam, zatürre olan hastasının yanında sigara içen doktor, “insan ne zaman öleceğine kendi karar veremez ama nerede öleceğine verir” saçmalığı, sevdiğine iyilik olsun diye onun bir yakınını kötü bir oyuna alet etmek, bir kadının odasındaki komodinin üzerinde sevdiğinin çerçeve içindeki fotoğrafı durduğu halde ne ebeveynlerinin ne de canciğer olduğu kardeşinin bu aşktan haberinin oluşu, ağlayarak şarkı söyleyen kızlarını yüzlerinde bir gülümseme ile izleyen anne ve baba, gelinlikle yapılan seyahat ve Oran’ın kaleminden çıkan şu tuhaf cümle: “Sen bensiz ölebildin ama ben sensiz yaşayamam”. Sinemamızın rekortmen senaristi Bülent Oran’a bir dur diyen olmaması ve üstelik de yönetmeninin Ertem Eğilmez olduğu bir filmde bu garipliklerle karşı karşıya kalmamamız tuhaf.

“Peki, tüm bu Yeşilçam ortalamasını da aşan yanlışlara rağmen filmi seyre değer kılan bir şeyler var mı” sorusunun cevabı yine de evet neyse ki. Öncelikle filmin özellikle ikinci bölümü Yeşilçam’ın o sıcak havasını iki oyuncusunun da ciddi katkısı ile önümüze koyuyor ki karşı koymak kolay değil, özellikle de bu sıcaklıktan hoşlananlar için geçerli bu durum. Filmin şarkısı da hem güzelliği hem de yaratacağı nostalji havası ile epey keyif katıyor seyir tecrübesine. Farklı kayıtlarda görüntü yönetmeni olarak Cahit Engin’in veya Kriton İlyadis’in, bazen ikisinin birden adı yer alsa da jenerikte sadece Ilyadis’in adının (Kamera: Kriton Ilyadis ifadesi ile) geçtiği filmin görüntü çalışmasının Yeşilçam ortalamasının üzerinde olduğunu ve Ertem Eğilmez’in dinamik ve aksamayan bir anlatım ile hikâyenin kimi aksaklıklarının üzerini örttüğünü de belirtelim ve filmi öncelikle yerli sinema meraklılarına önerelim.

(Visited 2.135 times, 21 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir