İsviçreli yazar Friedrich Dürrenmatt’tan bir polisiye. Yazar 1958 yılında Ladislao Vajda’nın yönetiminde filme (“Es Geschah am Hellichten Tag”) çekilen senaryosunun sonunu gerçekçi bulmayıp, çıkan sonuçtan mutlu olmayınca bu senaryodan yola çıkan bir roman yazmaya karar vermiş. Senaryonun sonunun “tipik” bir polisiye sonu olması rahatsız etmiş yazarı ve ortaya bu türe eleştirel bir bakış getiren bu kitap çıkmış. Dürrenmatt’ı temsil eden bir polisiye roman yazarının ağzından yazılan satırlarla başlıyor kitap ve bu yazarın, beraber yolculuk etme teklifine evet diyerek tanıştığı bir emekli güvenlik şefinin ağzından anlatılan bir hikâyeye dönüşüyor sonradan. Toplam dört kez sinemaya uyarlanan ve bir kez de televizyon filmi olarak çekilen romanda emekli güvenlik şefinin ağzından dile getirilen şu ifadeler Dürrenmatt’ın polisiye romanlar ile ilgili itirazının da özeti bir bakıma: “Sizler konunuzu satranç gibi mantıkla işliyorsunuz, bu adam ölecek, şunun haberi var, şu faydalanacak filan filan. Dedektif durumu hemen çakar, çok geçmeden suçluyu yakalar ve adalet yerini bulur. Zafer! İşte bu şaşmaz düzeniniz beni deli ediyor… Sizlerin öykülerinizde şansa asla yer verilmez…” Bu sözlerle Dürrenmatt, polisiye yazarlarının gerçeklikten uzaklıklarını, matematiksel analizlerle eriştikleri sonuçları, polislerinin kahramanlıklarını vs. eleştirirken, gerçek hayatın o romanlarda tasarlandığının aksine kusurlu, tesadüflere bağlı olarak gelişen ve bazen hiçbir sonuç alınamayan olaylarla dolu olduğunu söylüyor. İşte bu savının iyi bir örneği bu kitap ve ormanda cesedi bulunan bir küçük kızın katilini bulmak için annesine söz veren, işine çok bağlı bir polisi anlatıyor bize onun amiri olan güvenlik şefinin ağzından.
Beş yıl içinde iki kez daha tekrarlanmış bu küçük kız cinayetinin katilinin peşine düşen ve bunu takıntı hâline getiren komiser Matthaei adındaki ilginç karakterin ayrıca çekici kıldığı romanda üç temel bölümde anlatılıyor hikâye: İtiraf ve sonra intihar eden bir zanlı, bu itirafa inanmayıp gerçek katilin peşine düşen komiser ve katilin kim olduğunu öğrendiğimiz -ve Dürrenmatt’ın belki de türün klişeleri, analitik çözümleri vs. ile dalga geçtiği- son bölüm. Kitapta güvenlik şefinin yazara söylediği, “Siz hiç hayalî bir katil peşine düşen bir dedektifi ele aldınız mı? Hayatını bu yola adayan, kendini mahveden, verdiği bir sözü tutamadığı için vicdanı rahat edemeyen, bu yükün altında ezilen kahramanınız oldu mu? Ne gezer!” cümleleri ile Dürrenmatt polisiye yazarlarını sorgularken, okuyucudan da bunu bekliyor kitabın başından sonuna kadar.
Türün yarattığı beklentinin aksine bir başarı değil, başarısızlık hikâyesi (üstelik masum bir insanın trajik sonuna da neden olan bir başarısızlık bu) anlatan roman bununla birlikte iyi bir polisiyenin sahip olması gereken gizem ve ilgi çekici bir karakteri de karşımıza getirerek bir “polisiye” olarak da ilgi ile okunmayı hak ediyor. Merak duygusunu sadece küçük kızın katili için değil, onu bulmaya yemin eden komiser Matthaei için de uyandıran kitap, Dürrenmatt’ın keyifli kaleminden anlatılan hikâyesi ve “ormanda dev arkadaşını bekleyen küçük kız ve katili yakalamak için onu gizlice gözetleyen polisler” gibi bölümleri ile ilgi çekecek bir edebiyat eseri olarak, türün empoze ettiğinin aksine dünyanın gidişatının kahramanlar tarafından değil, çoğunlukla bu kahramanların kontrol edemediği tesadüfler ile belirlendiğini söyleme aracı oluyor Dürrenmatt için.
(“Das Versprechen”)