“En azından sen kendi ununu yapıyor ve avlanıyorsun. Burada yiyeceği satın alıyorsun. Paran yoksa yiyemiyorsun”
Bir limanda güvenlik görevlisi olarak çalışan ve kaynağı bulunamayan bir şekilde ateşi yükselen, Amazon yerlilerinden Brezilyalı bir adamın hikâyesi.
Sinemaya belgesellerle giriş yapan Brezilyalı yönetmen Maya Da-Rin’in, senaryosunu Pedro Cesarino ve Miguel Seabra Lopes ile birlikte yazdığı bir Brezilya – Almanya – Fransa ortak yapımı. Amazon yerlileri ile ilgili belgesel çekerken şekillendirmeye başladığı bu ikinci kurgu filminde Da-Rin, yaşam alanları yavaş yavaş ellerinden alınan ve geleneksel hayatları ile büyük şehirdeki zorunlu hayatları arasında sıkışıp kalan Amazon yerlilerini belgesel gerçekçiliği ve dürüstlükle ele alıyor. Hikâyenin baş kahramanı olan Justino’yu canlandıran ve Locarno Festivali’nde Erkek Oyuncu ödülünü kazanan Regis Myrupu’nun da aralarında olduğu ve çoğunluğu amatör oyunculardan oluşan kadrosunun doğal performansları ile filmin belgesele yakın duran tavrını desteklediği film, özellikle Jair Bolsonaro’nun 2018’de devlet başkanı seçilmesinden sonra hayatları iyice zorlaşan Amazon yerlilerinin günümüzde karşı karşıya kaldıkları güçlükleri gündeme getirmesi ile önemli, başarılı ses çalışması ile dikkat çeken, politik yanını -hiç vurgulamadığı halde- kuvvetli bir şekilde hissettiren ve gerçek ile düşü sadelikle bir araya getirebilmesi ile önemli bir çalışma. Yavaş -belki bazen gereğinden fazla- temposu ve olaysızlığı ile sıradan seyirci için seyri zor belki ama sinemanın toplumsal meselelere yakın olduğu ölçüde saygınlığının arttığını hatırlatan bu film ilginç bir çalışma kesinlikle.
Maya Da-Rin filme çok uygun bir giriş yapıyor: Bir ormandan gelen sesleri ile hatırlatan bir ses bandı ile açılan film karşımıza işçi kıyafeti içindeki bir yerli adamı getiriyor. Kamera yavaş yavaş ondan uzaklaşırken, adam gözlerini kapıyor. Justino önce bir fabrikada işçi olarak çalışmak üzere geldiği büyük şehirde şimdi bir limanda güvenlik görevlisi olarak görev yapmaktadır. Açılışta duyduğumuz ses, adamın kapattığı gözleri ile belki de kökenlerinin olduğu Amazon ormanlarını ve nehrini hayal ettiğini düşündürürken, onun bulunduğu yer ile hayal ettiği arasındaki fark üzerinden tek bir söz etmeden ve teknik oyunlara başvurmadan bizi etkisi altına almayı başarıyor film. Rutin bir hayatı, evli bir oğlu ve babası ile yaşayan bir kızı vardır. Eşi bir süre önce ölmüştür ve 45 yaşındaki adam ev ile iş arasında geçen sıradan bir hayat sürmektedir. İş yerinde işe yeni başlayan bir başka güvenlik görevlisinin Justino’nun yerli olmasından yola çıkan ve gittikçe dozu artan imalı sözlerini duymazlıktan gelerek karşılarken, aklı terk ettiği vatanındadır ama ama kısa süreliğine bile oraya gitmesini imkânsız kılan bir düzeni vardır. Adamın anavatan özlemini hiç altını çizmeden, dürüst bir belgeselin sadeliği ve gerçekçiliği ile anlatıyor Maya Da-Rin ve bu özlemi örneğin adamın torununa uzun uzun anlattığı bir orman hikâyesindeki gibi unsurlar üzerinden gösteriyor bize çoğunlukla.
Limandaki dev konteynerlerin arasında küçücük kalan Justino iş yerinin insan kaynakları tarafından son günlerde dağınık çalışması ve dalgınlığı nedeni ile uyarılır (filmin bu iddianın doğruluğu veya yanlışlığı konusunda seyirciyi belirsizlik içinde bırakması sorgulanmaya açık bir tercih) ve bir süre sonra da nedeni anlaşılamayan bir şekilde ateşi sık sık yükselmeye başlar. Kızı bir tıp fakültesine kabul edilmiş olsa da şehirdeki doktorlara gitmekten pek hoşlanmayan, onlar hakkında “Doktorların gözleri büyük ama sadece önlerinden olanı görebiliyorlar” gibi sözlerle konuşan ve kaynağı hakkında kızına “Anlatırım ama anlamazsın” diyen adamın hikâyesindeki gizem bu ateşle başlıyor. Filmin özellikle bir mistik havaya sokmaya çalışmadan karşımıza getirdiği gizem çevredeki hayvanlara saldıran gizemli yaratık, düş ile gerçek arasında bir yerde duran ormandaki köpekli sahne veya gece vakti iş yerinde yaşanan olay gibi ögelerle ve düş ile gerçeğin birbirine karışması ile gösteriyor kendisini.
Bolsonaro karşıtlığı ile bilinen yönetmen, yerlilerin Bolsonaro döneminde artan zorluklarını onların günlük hayatındaki konuşmalar (azalan av, çocukların ebeveynlerinin geleneksel hayatını sürdürmek istememeleri, Justino’nun kardeşinin babasını yanına alması için onun oğluna yaptığı önerinin ret olması üzerine söylediği “Babanla birbirinizi anlamıyorsunuz çünkü sadece beyazların dilinden konuşuyorsunuz” sözleri) ve asıl hikâye ile ilgisiz gibi görünen sahnelerle (örneğin dilini kimsenin anlamadığı yaşlı hasta kadın veya ormanın şehire dönüştüğü düş) zarif ve yalın bir şekilde hikâyesinin gündeminde tutuyor. FinaldeJustino’nun kürek çekerek geldiği ormana bir elinde çanta diğer elinde içinde sıvı olan bir bidonla girip kaybolmasını seyircinin yorumuna açık bırakan ama bir dönüşü ima eden film onun şehirde hayata kalmaya çalışan ruhunun tıpkı kendi eli ile inşa ettiği evinin çatlayan duvarını sıva ile kapatması gibi sonuçsuzluğa mahkum olduğunu da söylüyor bize.
Çeşitli festivallerde ödül kazanan ses çalışmasının da (Bruno Furtado, Emmanuel Croset ve Felippe Schultz Mussel) gizemi gerçekçiliğe zarar vermeden desteklemeyi başardığı filmin egzotizmden özenle sakınabilmesi ve göstermek yerine işittirmek üzerinden hareket etmesinin etkileyiciliği de yine bu ses çalışmasının başarısı. Sadece bir kurgu olarak değil, bir belgesel olarak da izlenmesi ve algılanması gereken bir film bu ve yönetmenin artık büyük şehirlerde yaşayan yerli kökenli Brezilyalılar ile olan konuşmalarından doğan bir çalışmanın tüm dürüstlüğü ile önemli bir sinema eseri.
(“The Fever”)