A New Leaf – Elaine May (1971)

“Yeteneğim yok, kaynağım yok, hırsım yok. Ben hep zengin oldum, ya da şimdiye kadar zengindim. Olmak istediğim tek şey de buydu. Anlamıyorum, neden benim başıma geldi? Neden? Ben çok mutluydum. Şimdi ben ne yapacağım?

Playboy yaşam şekli ile tüm parasını tüketen bir adamın zengin bir kadınla evlenip, sonra onu öldürerek hayatını eskisi gibi sürdürme planının hikâyesi.

Jack Ritchie adı ile yazdığı dedektiflik hikâyeleri ile tanınan Amerikalı yazar John George Reitci’nin “The Green Heart” adlı kısa hikâyesinden uyarlanan, senaryosunu yazan Elaine May’in yönetmenliği de üstlendiği bir ABD yapımı. May’in ilk yönetmenlik çalışması olan film planlanan çekim süresini ve bütçesini aşması nedeni ile yapımcılar ile yönetmen arasında ciddi bir sorun yaratmış ve May’in 180 dakikaya yakın olduğu söylenen versiyonu yerine vizyona 102 dakikalık bir kopya çıkarılmıştı. May ve özellikle onunla başrolü paylaşan Walter Matthau’nun keyifli oyunları ile bu kara komediyi eleştirmenler beğense de seyirci pek ilgi göstermemiş ve uzun bir süre unutulmuştu film. Değeri daha sonra takdir edilen yapıt May adına hem senarist hem yönetmen olarak bir başarıyı gösterirken, son bölümleri tam anlamı ile doyurucu olmasa da hayli keyifli ve sıcak bir komedi.

Filmin adının Türkçe karşılığı olarak genellikle “Yeni Bir Sayfa” seçilse de, orijinal adında sayfa yerine yaprak kelimesinin kullanılmış olması önemli; çünkü İngilizcede “yeni bir sayfa” bir insanın hayatının bir bölümünü bitirip yeni bir bölümüne başlamasını (örneğin iş değişikliği, farklı bir şehire taşınma) anlatırken, “yeni bir yaprak” kişinin yaşam şeklini, davranışlarını, tercihlerini vs. değiştirerek ve bir nevi yeni bir insan olarak hayatına devam etmesini anlatıyor. Hikâyenin kahramanı olan Henry (Walter Matthau) playboy hayatı yüzünden tüm servetini bitirdiğini öğrendiğinde “yeni bir yaprak” çevirme rolü yapmayı ve evleneceği zengin bir kadını öldürerek hayatına tekrar paralı bir şekilde devam etmeyi planlıyor. Filmin adı hem onun bu planına bir gönderme hem de hikâyenin finali sürprizi ile bu ismi doğruluyor.

Amerikalı oyuncu Elaine May, Ida Lupino’dan sonra Hollywood’un büyük firmaları ile yönetmen olarak çalışan ilk kadın yönetmen olmuştu bu filmle. Çekimlerin planlanandan 40 gün daha fazla sürmesi ve May’in 10 ay boyunca filmin kurgusu üzerinde çalışması yapımcı firmalar ile arasında ciddi bir sorun yaratmış ve May’in 3 saati bulduğu söylenen versiyonu değil, yapımcının kurguladığı vizyona sokulmuş. Bir yaratıcının eserine müdahale etmek kuşkusuz savunulacak bir eylem değil ve May’in versiyonunu (veya ona baz teşkil eden orijinal senaryoyu) gören olmadığı için filmin yapımcı firmanın eyleminden ne kadar zarar gördüğünü söyleyebilmek mümkün değil. Seyredebildiğimiz versiyonda nerede ise 80 dakikalık bir kesintinin yapıldığını açıkçası hissetmiyorsunuz ve belki finalin kendisi değil ama anlatılış şekli hikâyenin geri kalanı kadar güçlü ve eğlenceli olmasa da, sonuç kesinlikle keyif veriyor. May’in sonraki filmlerinden “Mikey and Nicky” ve “Ishtar”ın da benzer şekilde planlanan çekim sürelerini ve bütçelerini aştığını ve bunlardan ikincisinin gişedeki başarısızlığı ile onun yönetmenlik kariyerinin bitmesine neden olduğunu da hatırlatalım bu arada.

Kalp atışını gösteren bir ekran ve beyaz önlüklü iki adamın endişeli bakışlarını izliyoruz açılışta; sonra bu ikili bir adama dönüyorlar ve “Ne olduğunu anlar anlamaz sizi ararız” diyorlar. Adam başına bir kask geçiriyor ve kamera onunla birlikte “hasta”nın kimliğini gösteriyor bize hayli eğlenceli bir sürprizle. Henry tam bir playboy hayatı sürmektedir ve ısrarla kendisine ulaşmaya çalışan avukatı bankada tek kuruşunun kalmadığını söyler kendisine. Tüm yaşamını sadece mutlu olmak ve eğlenmek için harcayan adam şok içindedir ve iki seçenek vardır önünde: İntihar etmek veya zengin bir kadınla evlenip onu öldürerek, alıştığı hayata geri dönmek. İkincisi üzerinde karar kılar Henry ve kurbanını aramaya başlar. İdeal aday ise botanik hocalığı yapan, çok zengin, sakar, kimsesiz ve sosyal ortamlarda pek de rahat olmayan Henrietta’dır (Elaine May). Hikâyenin geri kalanı bir tarafın aşkı, diğer tarafın cinayet planı üzerinden ilerlerken; hayli eğlenceli ve açıkçası zamanında seyircinin haksızlık etmiş göründüğü keyifli bir yapıt seyretme fırsatı buluyoruz.

May’in yönetmenliğinde filmi çekici kılan ve adlandırması zor bir yan var: Hollywood’un teknik açıdan mükemmel ve o nedenle de bazen doğal görünmeyen titizliği değil karşımızdaki; May bazı sahnelerde sanki doğaçlama hissi yaratan ve kamerasını o anda çok da planlamadan o sahneye sokuvermiş gibi bir tarz tutturmuş. Bu bir parça serbest hava hikâyenin eğlencesini artırıyor ve örneğin Henry’in avukatına sigara tabakasını vermesi gibi sanki o anda kendiliğinden oluvermiş görünen eylemler oyuncular ile aranızdaki “bu bir film” duvarını yıkıveriyor. Bu tercih filme sıcak ve samimi bir hava katarken, özellikle Matthau’nun oldukça soğukkanlı performansı sayesinde film fark edilen bir çaba olmadan komedi olmayı başarıyor ki bu da hayli önemli bir başarı. Avukat (sadece 5 yıl sonra ve henüz 49 yaşındayken lösemiden hayatını kaybeden William Redfield var bu rolde) ile Henry’nin konuşması, kahramanımızın Henrietta ile ilk kez karşılaştığı çay partisi ve Henry’nin uşağı (sade ve keyifli bir performans sunan George Rose canlandırmış bu karakteri) ile olan tüm ikili sahneleri gibi örnek olarak gösterilebilecek ve kaliteli bir güldürü sunan bölümleri var filmin. Yoksullukla dehşet içinde karşı karşıya gelen adamın New York’taki mekânlarına veda ettiği sahne de benzer şekilde hayli eğlenceli bir içeriğe sahipken, aynı zamanda May’in yönetmenlik tercihlerinin de ilginç bir örneğini sunuyor bize.

Uşağın ağzından duyduğumuz “Bu ülkede insan neye sahipse odur. Çok az şeye sahipse hiç kimsedir. Burada soylu fakirlik diye bir şey yoktur” sözleri ile ABD’nin mülkiyetçi yaklaşımına gerçekçi bir eleştiride bulunan filmde Henry’nin kadınlarla ilişkisi veya kadınlara bakışı -belki kesilen sahnelerin de etkisi ile- çok net anlaşılmıyor. Bikinisinin üstünü çıkarmaya çalışan bir kadın karşısında duyulan dehşetin nedenini veya adamın mirasyedi hayatının tam olarak ne anlama geldiğini anlamak zor ve böyle olunca da zaten bir parça sıkıntılı olan final bölümü gücünü iyice yitiriyor. Bir “kadın düşmanlığı” seziyorsunuz ama tam da yerine oturmuyor taşlar hikâye bittiğinde, bir başka şekilde ifade etmek gerekirse. Evlilik teklifi ve uşağın tepkileri, Yunan usulü geceliğin giyilmesi ve Henrietta’nın evinde çalışanların hâli gibi eğlenceli bölüm ve ögeler barındıran filmin son halinden May hiç memnun kalmamış ve hatta adının çıkarılmasını istemiş jenerikten. Yönetmenin kendi versiyonunu görme şansı olmadığı için bir karşılaştırma yapmak imkânsız ama sonuç Amerikan sinemasının öne çıkan ve haksızlığa uğramış kara komedilerinden biri kesinlikle.

Ön plan ve arka planda gösterilenlerle küçük görsel oyunlar da (bir kadının yakın planda gösterilen açık ağzının adeta Henry’i yutacakmış hissini yaratması ve arka planda Henrietta tüm sarsaklığı ile geceye hazırlanırken ön planda Henry’nin zehirler üzerine bir kitap okuması) barındıran film, Matthau’nun peformansı ve May’in senaryosu gibi iki güçlü desteği olan, bir kara komedide romantizm yaratmayı da başaran ve görülmeyi hak eden bir çalışma.

(Visited 78 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir