Al-Ard – Youssef Chahine (1969)

“Kanalları açın, ana su kanalını açın. Bütün arazileri sulayın. Allah’ın suyu bu. Bizim suyumuz, hükümetin değil!”

Tarlalarını yılda sadece beş gün sulayabilecekleri söylenen köylülerin direnişinin ve topraklarına büyük bir konağa yol açmak için el koymayı planlayan yönetime karşı verdikleri mücadelenin hikâyesi.

Mısırlı yazar ve şair Abderrahman Charkawi’nin 1954 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan senaryosunu Hassan Fuad’ın yazdığı, yönetmenliğini Youssef Chahine’in yaptığı bir Mısır filmi. 1970’de Cannes’da Altın Palmiye için yarışan yapıt yönetmenin sinemasının genel özelliklerini (sosyal gerçekçilik; Mısır’ın tarihi, kültürü ve kimlik sorununu merkeze alma; anaakım sinema ile sanat sinemasını birleştirme eğilimi vs.) taşıyan bir çalışma. 1930’lu yıllarda geçse de, Arap ülkelerinin İsrail’e karşı 1967’de kaybettiği Altı Gün Savaşı’nın kaybedilmesinin neden olduğu ulusal kimlik krizinin etkilerini de taşıyan film özellikle anaakımdan uzaklaştığı zamanlarda daha da dikkat çekici bir önem kazanan, hikâyesi ve sinema dili ile bizdeki 1960 ve 70’li yıllardaki sol sinemayı hatırlatan bir çalışma.

Yetersiz bir şekilde yılda sadece on gün sulamalarına izin verilen topraklarına artık sadece beş gün su verebileceklerini öğrenen köylüler bir yandan bu karara karşı direnmeye çalışırken; ortaya çıkan bir başka planla, arazilerine inşa edilecek büyük bir konağın yolları için el konulacağını öğrenince yaşananları anlatıyor film. Bir parça havada kalmış ve tam olarak ne yapılacağı bilinememiş görünen romantik unsurlar bir yana, film özellikle ilk bir saatinden sonra asıl meselesine odaklanması ile hem senaryo hem sinema dili olarak üst bir düzeye ulaşıyor. Toprağın sadece su ile değil, asıl olarak kan, ter ve gözyaşı ile beslendiğinin kanıtı olan final bölümü başta olmak üzere, Chahine’in filmi pek çok etkileyici sahne ile mücadelenin kazanılması (ve kaybedilmesi) için gereken koşulları bir kimlik sorunu üzerinden anlatıyor.

İsrail’e karşı savaşan Arap ülkelerinden biri olan Mısır’ın 1967’deki savaşı kaybetmesi üzerine cumhurbaşkanı Nâsır sorumluluğu alarak istifa etmiş ama kendisine destek vermek için düzenlenen yoğun sokak gösterilerinden sonra kararını ertesi gün geri almıştı. Chahine filmi bu olaylardan iki yıl sonra çekmiş ama kaynak romanda olduğu gibi 1930’larda geçen bir hikâye anlatmış. Yönetmen Altı Gün Savaşı’nın hemen sonrasındaki Mısır’ı ise “Al Asfour” (Serçe) adlı yapıtında ele almıştı. Burada ise, ciddi bir varoluş sorunu ile karşı karşıya kalan köy halkının dayanışma ve iç çatışmaların iç içe geçtiği hikâyesini daha genel bir bakışla Mısır’ın öyküsü olarak okumak mümkün. Köylüler arasında geçen bir sahnede, Nâsır döneminde yapılan Asvan Barajı’nın da toprak kaybetmelerine neden olduğunu söylüyor köylülerden biri ama İngiliz sömürgeciliğine karşı savaşmış ve 1919 Mısır Devrimi’nin parçası olmuş bir diğeri karşı çıkıyor bu söyleme ve barajın sonuç olarak ülkeye büyük bir yarar sağlayacağını dile getiriyor. Film boyunca birden fazla defa sokak göstericilerinin sesleri veya kendileri çıkıyor karşımıza. “Kahrolsun sömürgecilik, kahrolsun sömürgeciler” sloganları atan bu göstericiler 1922’de bir krallık olarak bağımsızlık ilan edilmiş olsa da, Britanya’nın askerlerini özellikle Süveyş Kanalı bölgesinden çekmemesi ve ülke üzerinde baskısını hâlâ hissettirmesi yüzünden devam eden eylemlere katılanlar. Ceazevinde geçen bir sahnede bu eylemcilerle köylülerin aynı hücrede buluşmaları Mısır’ın sorunlarının ilişkiselliğine de bir gönderme olarak görülebilir. Yönetimden bürokrasiye, din adamlarından yerel otoriteye ve emperyal güçlerden güvenlik güçlerine halkın üzerindeki her türlü baskının aynı sömürü düzeninin farklı parçalarından oluştuğunu gösteriyor bize film.

Sosyal meseleleri incelikle ele alan ve sergileyen film öykünün romantik unsurları ile ne yapacağını bilememiş gibi görünüyor. Köyün güzel genç kadını Wassifa’ya köydeki direnişçi gençlerin önde geleni Abd El-Hadi başta olmak üzere farklı erkeklerin gösterdiği ilgi hikâyede epey yer tutuyor ama bunun tek açıklaması filmin anaakım seyircisinin ilgisini çekme telaşı olabilir. Hemen açılışta tanıştığımız ve henüz ilkokulu bitirmiş olan çocuğun kadına olan ilgisi ise hem kendi başına rahatsız edici bir tuhaflığa sahip hem de karakterin hiçbir açıklama verilmeden, öylesine hikâyeden kayboluvermesi gereksiz bir soru işareti yaratıyor. Anlaşılan film tüm bu cinsellik imalı sahneleri ile erkeklerin kadınlara bakışına da -belki- eleştirel bir bakış atmayı denemiş ama asıl hikâye içinde hayli sönük kalmış bu değinmeler. Ali İsmail’in orijinal müzikleri ve halkın sesini çağrıştırırcasına erkek korosundan dinlediğimiz şarkıların sözleri (“Toprak susamış / Kanımızla sularız” vs.) ise halkın direniş ruhunu destekleyen içerikleri ve ritmleri ile bu tür bir filme yakışacak şekilde hazırlanmışlar. Film köydeki imam karakteri üzerinden hayatın sorunlarına dinci bakışa da eleştiri getirerek Mısır’ın bugününe de uzanan toplumsal durumu hatırlatıyor seyirciye.

Abdelhalim Nasr’ın görüntü yönetmenliğinin hikâyenin özellikle epik bir duruşa yaklaştığı anlarda çok başarılı olduğu film hiç aksamayan temposunun da sayesinde kendisini üzerinden geçen yarım asırdan fazla süreye rağmen ilgi ile izletiyor. Toplumsal mücadelelerin ortak hareket etmeyi, kalıcı bir dayanışma ruhunu ve kişisel çıkarları geri plana atmayı gerektirdiğini farklı bölümleri ile sık sık hatırlatan film, ezilenlerin ortaklığının -tarih boyunca pek çok örneğin de gösterdiği gibi- hayli kaygan bir zemin olduğunu da hatırlatıyor bize. Kuyuya düşen inek sahnesinin, mizanseni ve hikâyedeki anlamı nedeni ile en önemli bölümlerinden biri olduğu filmde 1919’da devrim için savaşan farklı karakterler üzerinden bizim tarihimize de çok uygun düşecek bir “devrimcinin hayal kırıklığı” havasının da var olduğunu belirtelim.

Chahine’in bir sınıf çatışması hikâyesi olarak da görülmesi gereken yapıtı Nasr’ın etkileyici görüntü çalışması (özellikle finali unutmak mümkün değil) ile toprağı da karakterlerinden biri yapıyor hikâyesinin. Tüm kadronunun işini iyi yaptığı ve abartıdan uzak durduğu filmde Mahmoud Al Meleji, Ezzat El Alaili ve Hamdy Ahmed’in sırası ile Muhammad Abu Swelim, Abd El-Hadi ve Mohammad Efendi rollerindeki performansları da oldukça başarılı. Özetlemek gerekirse; bir halk şiiri tadında, meselesi olan ve bunu dürüstlükle ele alan ve yönetmenin klasik olmayı başaran çalışmalarından biri olan bu yapıt görülmeyi kesinlikle hak ediyor.

(“The Land” – “The Earth” – “Toprak”)

(Visited 169 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir