“Her gece büyük çimen ormanlarında kendimi küçük bir yaratık olarak görüyorum”
Zeka özürlü bir gencin kaçtığı sevgisiz bir ortamdan sonra kendini ve dünyayı keşfettiği yeni dünyasının hikâyesi.
Dramatik bir aile filmi havasında başlayan ama son bölümlerinden itibaren gerilim ve şiddet dozu ağır basan hikâyesi ile farklı bir yöne giden bir film bu. Christian Bale ve John Hurt’un hem bireysel olarak başarılı oyunculukları hem de sinemadaki sıradışı ikililerden bir örneği uyumlu bir şekilde canlandırmaları filmin en kayda değer yanlarından biri. İkinci olarak filmin kendisini doğaya ve doğadaki tüm yaratıklara, özellikle de küçük olanlarına bir güzelleme olarak konumlandırması dikkat çekiyor. İngiltere’nin Cornwall bölgesinin doğa görüntülerini ve geniş kırlık alanlarını hikâyenin parçası yapmayı başaran filmin insanların birbirine, hayvanlara ve doğaya yaptıklarına karşı alçak gönüllü bir manifesto olduğunu da söylemek mümkün. Genç kahramanın kendi kısıtlanmış çerçevesini bir parça da olsa genişletebilmesinin ve arkasında bir beklenti olmadan sevmeyi ve vermeyi öğrenmesinin doğa ve hayvanlar ile bütünleşmesinden sonra olması da bunun en belirgin delili filmde.
Filmin eleştiriye açık iki temel yönü var. İlk bölümündeki sıcak anlatımın dikkate değer bir orijinallik içermemesi ve bence ikinci yarısında pek de gerekli olmayan sertliği. Özellikle ikinci bölümde senaryo hikâyenin sürecinden ziyade hedefine odaklanarak inandırıcılığı zorluyor ve bu da filmi zedeliyor. Yine de ilk bölümün melodrama veya abartıya kaçmadan ve bu bağlamda Bale’in başarılı oyunculuğu ile desteklenen bir samimiyet duygusunu geçirmeyi başardığı ve ikinci bölümün bu beklenmeyen sertlikle filmin mesajının altını çizdiği söylenebilir. “Her esinti toprağın fısıldanan bir hikâyesidir” diyebilenler için.
(“Tüm Küçük Hayvanlar”)