“Ama ben yanlış bir şey yapmadım ki! Her şeyi olduğu gibi gösterdim, özellikle böyle yaptım”
Yeni doğan çocuğunu filme çekmek için aldığı amatör kamerası ile kendisini birden kasabanın resmî sinemacısı olarak bulan bir adamın bir “sanatçı” olarak yaşadığı sıkıntıların hikâyesi.
Krzysztof Kieslowski’nin yönettiği ve senaryosuna filmin başrolündeki Jerzy Stuhr’un da katıldığı bir Polonya yapımı. Sinemacılık kariyeri belgesellerle başlayan Kieslowski’nin bu ikinci uzun metrajlı ve konulu sinema filmi yönetmenin belgeselciliğinden de izler taşıyan ve daha da önemli olarak belgeselin sınırlarını, anlamını ve gerçekliğini sorgulayan (ve sorgulatan) bir çalışma. Stuhr’un çarpıcı bir performansla baş karakterinin tüm duygularını ve yaşadıklarını seyirciye geçirmeyi başardığı film sanatçı olmanın bedeli üzerine hafif bir el alıştırması niteliğinde. Bu hafif görünümüne karşılık -ve bir Kieslowski filmi olmasının doğal sonucu olarak- oldukça da etkileyici bir çalışma bu ve Polonya’da özgür sinema yapmanın zorlukları üzerine de düşünmesini sağlıyor seyircinin. Yönetmenin kendisi, sinema ve özel olarak da belgesel türü ile hesaplaşması bir bakıma bu film ve tüm Kieslowski filmleri gibi görülmeyi kesinlikle hak ediyor.
Kieslowski bir röportajında belgeselden uzaklaşmasının nedenleri arasında otoriter bir rejimde gerçekleri anlatmanın mümkün olduğu konusunda kuşkularının olmasını ve bunu doğrulayacak bir şekilde televizyon için çektiği bir belgeselin sansür tarafından ciddi olarak kesilmesini göstermiş. 1979 tarihli bu filminde bir amatör belgeselcinin yaşadıklarını anlatarak bir anlamda kendi başından geçenlere de bir göndermede bulunmuş yönetmen. Oldukça naif bir adam Filip ve bu naifliği hem bir birey olarak karakterinde (iş ve özel hayatında) hem de “yönetmenlik” kariyerinde gösteriyor kendisini. Filip’in, ilk çocuğunu doğumundan itibaren görüntüleyerek bir anı filmi oluşturmak düşüncesi ile aldığı amatör kamerası (8 mm.lik bir Sovyet Quartz 2 kamera bu) kasabadaki tek kameranın sahibi olmasına ve sonucunda da bir satın almacı olarak çalıştığı devlet kurumunun resmî sinemacısı olmasına neden oluyor. İsteksizce başladığı yönetmenlik kariyeri ise ona özel hayatındakiler de dahil olmak üzere önemli bedeller ödetecektir ve bu süreç yaşadığı toplumdaki özgürlük alanının kısıtlarını keşfetmesini sağlayacaktır.
Çalıştığı şirketin bir bakanın da katılacağı 25. yılını kutlama törenlerini filme çekmekle işe başlar Filip ama bu ilk denemesi kendisi açısından sinemacılıkla ilgili kavramlara yakınlık sağlarken, sansür ve otoritelerin beklentileri ile de bir sanatçı olarak ilk kez karşı karşıya gelmesine neden olur. En yakın arkadaşının her şeye (eş, bebek ve ev) sahip olduğu için kıskandığını söylemesi üzerine “Bir şeyi gerçekten istersen ona sahip olursun” cevabını veren adamı karısı da “Çünkü sen iyi bir adamsın ve adalet diye bir şey var” sözleri ile yanıtlıyor. Kadının gördüğü bir kâbus ile açılan filmde adam bu kâbusun ima ettiği üzere bir yandan sinema kariyerinde ilerlerken, diğer yandan da ciddi sorunlar yaşamaya başlıyor. İki farklı alandadır bu sorunlar: Kamerasına ve film çekmeye karşı duyduğu aşırı heyecan eşi ile arasının bozulmasına neden olurken, çektiği filmler de çeşitli nedenlerle sakıncalı bulunmaya başlanıyor. Patronu çektiği ilk filmin (sessizdir bu film) üzerine görüntülerin anlam ve önemi üzerine konuşmalar ve müzik eklemesini, herhalde partinin pek tutmadığı gözlüklü bir adamın daha az gösterilmesini ve hatta filmden çıkarılmasını, kutlamaya katılan sanatçılara para ödenmesini gösteren görüntülerin kesilmesini ve asıl konu ile ilgisi olmayan güvercinlerin görüntüsünün atılmasını ister. Filip güvercinleri çekerken ilk kez gerçeğe müdahale etmiş ve onları pencere kenarına çekmek için ekmek kırıntılarını kullanmıştır. Bu sahne belgesellerin gerçekliği ile ilgili ilk ve hoş bir gönderme olarak da yer alıyor filmde, bir sansüre neden olmasının yanı sıra.
Karısının, girdiği bir amatör film yarışmasını kazanmamasını söylemesi ve bir iş arkadaşının “otuz yaşından sonra Tanrı’ya inanmaya başlayan ve sonunda rahip olan kardeş”inin akıbetini örnek göstererek dikkatli olmasını istemesi gibi uyarılarla karşılaşan ve yetimhanede büyüyen, heyecanlanınca hıçkırık tutan amatör sinemacı Filip’in gerçeği göstermek tutkusunu hafif ve dürüst bir dil ile anlatıyor Kieslowski. Baş karakterinin naif kişiliğine ve onun belgeselciliğine uygun bir dil bu; görüntüleri ile özel bir görsel çarpıcılığın peşinde koşmuyor yönetmen ve örneğin sonraki filmlerinin görsel etkileyiciliğinden uzak duruyor. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, belgesel ile kurgunun arasında bir yerlerde duruyor Kieslowski ve sinemanın kendi gücünü ima eden içerik ile yetiniyor. 25 yıldır aynı iş yerinde çalışan bir adamın kendi hayatını anlatan belgesel karşısında kapıldığı duygusallık veya bir komşunun ölmeden önce çekilmiş son görüntüleri (pencereden gülerek bakan kadının netliği tam olmayan o görüntü!) gibi unsurların yanında yeni yönetmenin kameranın görüş alanını taklit eden el hareketleri (terk eden kadının arkasından bu hareketi yaptığı sahne hem eğlenceli hem de karakterin kapıldığı ruh haline çok uygun) ve filmde kendisini oynayan ünlü Polonyalı sinemacı Krzysztof Zanussi’nin varlığı ve konuşmaları sinemanın gücü ve etki alanını hatırlatıyor seyirciye.
Krzysztof Knittel’in duygusal müziğinin eşlik ettiği hikâyenin finalinde Filip’in kamerayı kendisine çevirerek son bir yılda yaşadıklarını anlatmaya başlaması ve yaptığı seçimin hikâyesini belgelemeye başlaması sanatçının kendisini görüntülenenin yerine koyması ile sorgulayıcı ruhuna uygun bir kapanış yapılıyor. Bir zamanlar hayatında sadece huzur ve sakinlik isteyen bir adamın eline aldığı kamera ile hayatta kendisi için daha değerli şeylerin olduğunu düşünmeye başlaması özel hayatını sıkıntıya sokarken bir sanatçı olarak eylemlerinin sonuçları ile de yüzleşmesi gerekiyor. Kieslowski’nin bir anlamda kendisini de anlattığı filmde sevdiği ve takdir ettiği sinemacıları (Károly Makk, Ken Loach, Zanussi) görüntüye getirmesi de destekliyor bu durumu. Sinema tutkusunun tüm yaşattığı sorunlara rağmen, filmin bu sanata duyulan bir sevginin de sonucu olduğunu belirtmekte yarar var. Özetle, Kieslowski’nin popüler yapıtlarının genellikle gölgesinde kalan bu film onun sorgulayan ve sorgulatan çalışmalarından biri ve görülmesi gerekli önemli bir sinema eseri.
(“Camera Buff” – “Amatör”)