Botanikçi ve Türkiye’de bitki sosyolojisi bilim dalının kurucusu olan Hikmet Birand’ın ilk kez 1957 yılında yayımlanan ve deneme veya gezi yazıları türü içine sokulabilecek olan bu kitabı daha önce farklı dergi ve gazetelerde basılan yazıları bir araya getirilerek oluşturulmuş. TÜBİTAK’ın Popüler Bilim Kitapları dizisinden yayımlanan bu baskıya önsöz yazan botanikçi Tuna Ekim, Birand’ı “hoca grubundan bir bilim adamı” olarak tanımlıyor ve şöyle diyor: “… farkı, yazdığı kitapların salt bilimsel olmaktan çok, bilimi popülerleştiren, halka dönük kitaplar olmasıdır.” Gerçekten de kitapta yer alan tüm yazılar rahatça okunurken, her satırları tabiat sevgisini derinden hissetmenizi sağlıyor. 1952 yılında yazdığı “Türkiye Bitkileri” adlı ve referans niteliği kazanıp, ülkenin botanik bilimine büyük bir katkı sağlayan kitabın da sahibi olan Birand genç yaşta ölen kız kardeşine ithaf etmiş kitabı, “Nimet’in sevimli hatırasına” ifadesi ile. KRefik Epikman, Arif Kaptan ve Beylan – Nejat Diyarbakırlı’nın çizdiği resimler yazılara renk katmış kitaba ama sayıları daha fazla olmalıymış kesinlikle.
Hikmet Birand 1956 tarihli sunuş yazısında “memleket tabiatı örselenmemelidir” diye yazmış; bugün bu tarihten 62 yıl sonra örselenme kelimesini kat be kat aşan bir zarar verme söz konusu tabiata bu ülkede ve beton uğruna doğanın yok edilmesinin normal karşılandığı ve teşvik edildiği düşünüldüğünde Birand’ın yazıları nerede ise naif bir çığlık gibi kalıyor ne yazık ki. Sekiz yazı var kitapta: Bunların altısı Birand’ın doğa içindeki gezilerinin notları niteliğini taşırken, bir tanesi atlar üzerinden hayvanların haklarını ve insanlarla ilişkilerini ele alıyor. Son yazı ise 1955 yılında kurulan Türkiye Tabiatını Koruma Cemiyeti için hazırladığı bir makale Birand’ın.
“Yavşan Stepinde Sabah” başlıklı yazıda Adana’dan Ankara’ya bir tren yolculuğu üzerinden coğrafya, tarih ve botanik ilişkisini, step (bozkır) otlarını, doğanın düzeni ve o düzen içindeki her bir küçük otun bile kapladığı önemli yeri anlatıyor bize Birand. “Kırkikindiler” Ankara’daki bir gezide yakalanılan yağmuru anlatırken, yazarın doğanın içinde yapılan bir geziden gözlenimlerini getiriyor karşımıza: Bu öylesine bir gezinti değil ama; doğaya ve onu oluşturan tüm ögelere (ağaçlardan otlara) bakıyor, onlarla konuşuyor ve doğanın bir parçası olarak insanın onlara göstermesi gereken saygı ve sevginin canlı bir örneği oluyor Birand. Doğa ile bütünleşik yaşamanın, onun düzenine ve estetiğine saygı gösterme ve uyum sağlamanın öne çıktığı bu yazıda yağmur damlalarının toprakta oluşturduğu birikintiye odaklanan satırlarda şiirsel bir ifade ile doğanın büyüsünü hissettiriyor yazar.
“Ankara Çiğdemi” adlı yazıda baharın henüz başlarında, bu çiğdem türünün uzun bir kıştan sonra açan ilk örneği ile sohbet ediyor Birand ve okuyucuya rahat ve samimi bir dil ile bu çiğdemin özellikleri ve yaşam döngüsü hakkında doyurucu bilgi de veriyor. Toprak sevgisinin de öne çıktığı yazıda kelebekler ve çiğdem ilişkisi üzerinden doğanın mükemmel bir şekilde işleyen mekanizmasını ortaya koyuyor. “Zavallı Söğütler” söğüt ağaçlarına adanmış bir yazı ve burada Birand uzun kavakların arasına dikilen söğütlerin güneş ışınları için verdiği kavgayı insanlar arasındaki toplumsal ilişkilere göndermede bulunarak anlatıyor bize. “Keltepe Ormanlarında Bir Gün” adını taşıyan ve orman için hazırlanan bir güzelleme olarak tanımlayabileceğimiz yazısında ise Birand, Karabük’teki bu ormana yaptığı gezideki gözlem ve izlenimlerini, orman ve onu oluşturan tüm unsurlar, doğa ile uyum/uyumsuzluk ve ormandaki hayat çemberine odaklanarak anlatırken şöyle diyor: “İşte insan, ne zaman ormanda hayatı yaratan sihirli kudretin işliğini görür gibi olursa, orman da insanın şerrinden o zaman kurtulur.” Bu cümlenin de örneği olduğu yaklaşım kitabın tamamına hâkim: Doğayı bilerek sevmek, tanıyarak sevmek ve saygı duyarak sevmek.
“Asıl Afet” adını taşıyan yazıda “başıboş meracılık” alışkanlığının orman ve bitki örtüsünü nasıl yok ettiği anlatılırken, “At ve Asfalt” yazısında ise Birand; hayvan sevgisi, onların hakları ve modern dünyada karşılaştıkları zorlukları dile getiriyor. “Türkiye Tabiatını Koruma Cemiyeti İçin” başlığını taşıyan ve bu cemiyetin kuruluşu nedeni ile yazdığı yazıda ise yazar kitabın özeti olarak kullanılabilecek şu satırları kaleme almış: “Tabiat müşfik ve müsamahalıdır. O büyük şefkati, o büyük müsamahası sayesindedir ki biz, bunca ettiklerimize rağmen, onun nimetlerinden hâlâ faydalanabilmekteyiz. Lâkin onun da sabrının, müsamahasının bir sınırı vardır. Sonra tabiatın da bir estetiği ve bu estetiğin üzerine titrediği, dünyanın en büyük kalemlerinin bile tasvirine cesaret edemedikleri bir güzelliği vardır. Çünkü bu güzellik onun gerçekliğinde, halisliğindedir. Olduğu gibi oluşundadır.” Bu ifadesini, “tabiatın asilliğini bozacak hoyratlıklardan sakınmak” gerektiği ve bunun da ancak bilgi ile olabileceği uyarısı ile tamamlıyor Birand.
Dozunda bir şiirsellik ile ama öncelikle doğa sevgisi ve bilgisi ile kaleme alınmış yazıları içeren bu kitap, doğada “bilinçli bir gezi”yi teşvik ederken, sadece bu nedenle bile okunmayı hak ediyor.