Arabesque – Stanley Donen (1966)

“Ülkemizde çok fazla petrol, çok az su var; oldukça kolay alev alabilen bir durum”

Üzerinde hiyeroglif ile yazılmış bir mesaj bulunan bir kağıt parçasının etrafında dönen ve uluslararası boyut kazanan bir casusluk hikâyesi.

Gordon Cotler’ın -Alex Gordon takma adı ile yazdığı- 1961 tarihli “The Cipher” adlı romandan uyarlanan, senaryosunu Stanley Price, Juliam Mitchell ve Peter Stone’un yazdığı ve yönetmenliğini Stanley Donen’ın yaptığı bir ABD filmi. Yönetmenin bir önceki filmi “Charade” (Öldüren Şüphe) ile ortak özellikleri olan film komedi ile gerilimi ilgiyi hak eden bir düzeyde bir araya getirmeyi başarmış, ortalama (ya da dikkatsiz) bir seyirci için bir parça karışık görünebilecek ve açıkçası bir parça da dağınık olan hikâyesini başarılı bir yönetmenlik çalışması ile çekici kılabilmiş ve -rolüne tam oturmamış görünse de- Gregory Peck ve Sophia Loren’in varlıkları ile keyif veren bir klasik sinema örneği.

Filmin havasını çok iyi anlatan bir açılış jeneriği var filmin; on altı James Bond filminin jeneriğini hazırlayan ve 1962 tarihli “Dr. No” için hazırladığı “Gun barrel sequence” (Görüntüye yandan giren Bond’un kameraya doğru dönerek silahını ateşlediği ve perdenin kana boğulduğu ünlü sekans) ile sinema tarihinde kalıcı olarak yerini alan Binder, Stanley Donen ile pek çok iş birliği yaptı kariyeri boyunca. Bu film için de dönemin teknolojik kısıtları ile oluşturduğu ve renkten renge değişen grafikler içeren jenerikle oldukça eğlenceli bir giriş yapmamızı sağlıyor filme. Bu çalışmaya eşlik eden Henry Mancini imzalı müziğin de güçlü ve çekici uyumu ile adeta bir Bond filmine hazırlandığınızı hissediyorsunuz. Peck’in canlandırdığı ve Oxford’da çalışan Amerikalı Profesör Pollock, Bond gibi profesyonel bir ajan değil ama -Indina Jones’a ilham olacak şekilde- zekî ve gerektiğinde aksiyona bulaşmaktan da çekinmeyen bir karakter olarak ondan geri kalmıyor açıkçası. Yine Binder ve Mancini ile çalıştığı “Charade” filmi ile ortak özellikleri sadece bu iki isimle sınırlı değil filmin. Orada Cary Grant ve Audrey Hepburn ikilisi üzerinden kurulan çekicilik, burada o düzeyde olmasa da Loren ve Peck ile yakalanıyor. Her iki filmin de komedi ve gerilim üzerine kurulu benzer bir atmosferi var ve Hepburn’ün Grant’a güvenip güvenemeyeceği konusunda sürekli değişen hislerini burada da Peck Loren’e karşı besliyor.

Ortaklıklarına karşın “Charade”in bu filme göre hem eleştirmenler hem seyircilerden daha fazla beğeni görmesinin nedeni asıl olarak “Arabesque”in hikâyesinin diğeri ile yapılacak bir kıyaslamadan mağlup çıkacak olması olsa gerek. Senaryo birkaç kez elden geçmiş çekimlerden önce ama Donen’ın aklında bu çalışma sırasında hep Cary Grant olsa da, oyuncu senaryoyu filmin kadrosuna katılmaya değer bulacak kadar beğenmemiş. Onun yerini Peck almış bu nedenle ama doğrusunu söylemek gerekirse bu yıldız oyuncu tüm profesyonel başarısına rağmen, zaman zaman filmi Grant’in başrolü ile hayal etmenize engel olamıyor. Buna karşılık hem o hem Loren oldukça keyif almışlar filmden ve birlikteliklerinin yarattığı çekicilikle filme önemli bir katkı sağlamışlar. Hikâyenin sorunu komedisinde, geriliminde ve gizeminde arzu edilen seviyeye bir türlü ulaşılamamış olması; mizahı, aksiyonu ve merak uyandıran içeriği kesinlikle vasatın üzerinde ama hep sanki bir şeyler yetersiz kalmış gibi görünüyor. Karakterlerin fazlalığı, aralarındaki ilişkiler ve hedeflerinin belirsizliği hikâyeyi dikkatle izlemeyi gerektiriyor; bu kuşkusuz ki bir problem değil normal koşullar altında ama popülerliği hedefleyen Hollywood ve seyircisi için yeterli değil bu başarı. Arada bir tekrara düşmüş havası yaratması gibi sıkıntısı da var hikâyenin ama rahatlıkla söylenebilir ki Donen’ın ustalığı bu sıkıntıların üzerini önemli ölçüde örtüyor.

Açılış sahnesindeki eğik kamera açıları ve tedirgin edici yakın planlardan başlayarak Donen, hikâyesinin eksik olduğunu düşündüğü yanlarını parlak bir biçimsellik ile ve ustaca kapatıyor. Bunu yaparken de objelerden ders olacak bir beceri gösterisi ile yararlanıyor. Evet, objelerin bir filmde bu denli çekici ve eğlenceli bir biçimde yararlanıldığı, neredeyse yer aldıkları sahnelerdeki karakterlerden birine dönüştüğü ve hikâyenin ayrılmaz bir parçası olduğu çok az film vardır sinema tarihinde. Öldürülen bir profesörün gözlüğünün sapına yerleştirilen, üzerinde hiyeroglif olan ve hikâyenin etrafında döndüğü küçük kağıt parçası doğal olarak önemli ama diğer pek çok obje de yer aldıkları sahnelerde keyifli şekillerde kullanılıyorlar. Örneğin Sophia Loren’i ilk gördüğümüz sahnede, bu yıldız oyuncuyu, kameranın arkasına yerleştiği ve iç içe geçmiş dairelerden oluşan bir dekoratif eşyanın çerçevelemesi ile görüyoruz. Sadece fiziksel bir tercih değil bu; Loren’in hikâye ilerledikçe hep korunan gizemini ve elbette güzelliğini seyircinin ilgi alanına sokuyor böylece Donen. Görüntüleri yansıtan veya deforme eden aynalar ve hatta bir televizyon ekranı, Peck ve Loren’in merdivenlerden aşağı hızla koşarak indikleri bir sahnede kameranın tavandaki kristal avizeyi de görüntünün parçası yaparak onları takip etmesi, hayvanat bahçesindeki pek çok hayvanın görüntü ve seslerinden eğlenceli bir şekilde yararlanılması, askerî toplar, aynalarda sonsuza kadar uzayan görüntüler gibi pek çok farklı örneği var objelerin başarılı ve ustaca kullanımı ile ilgili. Bu bağlamda değerlendirildiğinde, Donen’ın ortalama bir Hollywood filminde göreceğimizden çok daha fazla bir şekilde kameranın neyi, nasıl görüntüleyeceği ve görüntünün içine neyin alınıp neyin alınmayacağı üzerine düşündüğü rahatlıkla söylenebilir. Onun bu başarıya ulaşmış çabasına usta görüntü yönetmeni Christopher Challis’in de önemli bir katkısı olmuş kuşkusuz.

Loren’in doğal güzelliği ile yetinmeyen ve Dior tasarımı kıyafetlerle (kırmızı yağmurluk, ayakkabı koleksiyonu vs.) oyuncunun çekiciliğini daha da vurgulayan film böylece görsel açıdan önemli bir etkiye daha sahip olmuş görünüyor. Diyaloglar ise belki bir Hollywood başyapıtında olduğu kadar güçlü ve ironik değil her zaman ama yine de iyi espriler ve aksiyonu mizahla besleyen anlar var filmde; örneğin Pollock, kendisini ilk gördüğümüz sahnede, dersinde uyuyan erkek öğrencisini “seks” diye bağırarak uyandırması ve finalde kendisi sevgilisi ile bir kayıkta öpüşürken içinde aynı öğrencinin olduğu bir kayığa çarpması hoş ve ince bir buluş. Eski usûl, eğlenceli bir gerilim hikâyesi olmayı hedefleyen ve bu kapsamda en önemli desteği Donen’ın yönetmenlik çalışmasından alan bir yapıt karşımızdaki.

Film için düşünülen ilk isim “Crisscross” (“Birbirini kesen çapraz doğrular” anlamına gelen bu sözcük Maurice Binder’ın başarılı açılış jeneriğindeki görselliğin ilhamı olmuş görünüyor) olmuş; daha sonra kaynak romanın adı olan “Cipher” (Şifre veya şifre anahtarı) düşünülmüş ama son olarak “Arabesque”de karar kılınmış ki kesinlikle parlak bir seçim olmuş bu. Sadece hikâyenin Arab ülkesi boyutu değil bu ismi doğru kılan; tıpkı arabesk motifler gibi girift ve birbirinin içine giren karakterler, gelişmeler ve ilişkiler hikâyede baştan sona karşımıza çıkıyor. Erken dönem bir Indiana Jones olarak niteleyebileceğimiz Pollock karakterini (filmde anılmasa da, romanda bu karakterin sonradan üniversite hocalığına başlayan bir arkeolog olduğunu ilginç bir benzerlik olarak belirtmiş olalım) Peck olgun ve tecrübeli oyunculuğu ile canlandırmış ve aslında bu rol için doğru isim olmadığı gerçeğinin rahatsız etmesine kesinlikle engel olmuş. Loren ise karakterinin, hikâyenin aksiyonunun ve gelişmelerinin ana unsurlarından birisi olmasının sağladığı avantajı iyi değerlendirmiş ve Donen’ın bazı sahnelerde onun fiziğini öne çıkarma tercihine rağmen, işini hakkı ile yapmış. Filmin tüm yardımcı oyuncu kadrosu ise başta Alan Badel olmak üzere (Beshraavi rolünde) İngiliz oyunculuk geleneğinin başarısını gösteren performanslar koymuş ortaya ve etnik kökenli karakterleri ”beyaz” oyunculara oynatma alışkanlığına rağmen karakterlerini kesinlikle canlı ve eğlenceli kılmışlar.

Hikâyenin kahramanının romanda Philip olan adının filmde David olarak değiştirilmesi üzerinden eğlenceli bir “komplo terorisi” üretmek mümkün. Hikâye adı verilmeyen bir Arap ülkesindeki iktidar mücadelelerini de odağına alıyor; dolayısı ile romandaki Yunanca kökenli ismin İbranice kökenli bir adla değiştirilmesi ister istemez dikkat çekiyor. Burada özel bir kasıt var mıdır bilinmez ama 1967’deki Altı Gün Savaşı’nın (Arap İttifakı ile İsrail arasındaki savaş ikincisinin zaferi ile sonuçlandı) öncesindeki politik gerginliği hatırlamakta yarar var bu noktada. Hikâyenin kötü adamlarından birinin zengin bir Arap armatör olmasını ve hedefteki Arap devlet başkanının petrol anlaşması için ABD ve Birleşik Krallık hükümetleri ile petrol taşımacılığı için anlaşma imzalamayı planlamasını da hatırda tutmakta yarar var.

Peck ve Loren’in “zoraki birlikte duş” sahnesi ve Peck’in burada iki farklı nedenle terlemesi ve biraz uzun tutulmuş olsa da uyuşturucu ilaç etkisi altındaki Peck’in otoyolda neden olduğu kaos gibi eğlenceli anlar olan filmde kötü adamların kurulmak istedikleri bir adamı öldürmeyip, sadece hareket halindeki arabadan atmakla yetinmeleri ya da kapalı olan hayvanat bahçesine karakterlerin rahatça girebilmesi gibi görmezden gelinebilecek senaryo problemleri de var. Kendisini olağanüstü ve tehlikeli bir durumda bulan sıradan bir insanın hikâyesi olarak Hitchcock’un eserleri ile örtüşen yanları olan filmde Donen’ın koreograf geçmişi de işe yaramış görünüyor; nitekim Gregory Peck de bir röportajında filmin en sıradan sahnesinde bile karakterlerin hemen hep hareket halinde olduğunu ve bu hareketlerin koreografisinin yönetmen tarafından özenle tasarlandığını belirtmiş.

(“Casuslar”)

(Visited 40 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir