Alain de Botton’un 1993 tarihli romanı. İsviçre doğumlu bu Britanyalı felsefeci ve yazarın henüz 23 yaşındayken yazdığı ve yayımlanan ilk yapıtı olan kitap otobiyografik ögeler de barındıran ve bir ilişkinin başlaması, gelişmesi ve sona ermesi üzerinden, ne onunla ne de onsuz yapılabilen aşkı odağına alan bir eser. “Mutlu -biten- aşk yoktur”u doğrularcasına, her ilişki gibi sonu belli olan bir aşkın hikâyesi aracılığı ile de Botton keyifle okunan, düşündüren ve güldüren ve aşkın düşündüğümüzden daha derin ve bir o kadar da, düşündüğümüzden daha basit bir kavram olduğunu hatırlatıyor bize. Popülerden klasiğe farklı isimlerin eserlerine ve düşüncelerine göndermeler de içeren, yazarı ve okuyucusu için uzun bir terapi seansı olarak da görülebilecek ve kurgu ile kurgu-dışının karışımı ilginç bir kitap.
Bir uçak yolculuğu sırasında tanışan bir kadın ve erkeğin (bu karakterin ağzından yazılmış kitap) bir aldatma ile son darbesini yiyerek biten aşkını anlatıyor Alain de Botton. Her bir bölümde ve bu bölümlere verilen isimlerle yazar aşk ile ilgili bilimsel ve günlük düşünceleri, onunla ilgili mitleri ve gerçekleri oldukça eğlenceli bir biçimde sorguluyor ve okura da sorgulatıyor. Bunu yaparken de Elias Canetti’den Shakespeare’e Baudelaire’den Nietszche’ye Platon’dan Kant’a sanatın ve felsefenin pek çok isminin düşüncelerini kitabına doğru, çekici ve eğlenceli bir şekilde yerleştirmiş de Botton ve okuyucunun ilgisini yapıtın başından sonuna kadar hep canlı tutmayı başarmış. Neden severiz, nasıl severiz ve neden sevgimizi yitiririz gibi sorular soran ve bu sorular üzerinde düşünen (ve düşündürten) kitap aşkın insanın ezelî ve ebedî gereksinimi (ve ezelî ve ebedî problemi) olduğunu konusuna özenle ve saygılı bir eğlence ile yaklaşarak anlatıyor. Dili ve yaklaşımı ile rahatlıkla popüler eserler arasına sokulabilir ama bu sadelik ve kolay anlaşılabilirlik yapıtın değerini azaltmıyor. Aşkın her zaman popüler bir tema ve üzerine her zaman yazılabilecek bir konu olduğunu düşünürsek, kitap baştan bir ilgiyi garantiliyor kuşkusuz ama yazarın becerisinin değerini azaltmıyor bu durum.
“Aşkı trajik kılan geçiciliğidir” veya “Aşkın en büyük tehlikelerinden biri, kısa bir süre için de olsa, bizi mutlu etme tehlikesi taşımasıdır” gibi önermeler içeren, “romantik terörizm” gibi çarpıcı bir doğruluğu olan tanımlamalar yapan yazar aşkı adeta felsefenin mikroskobu altına alıyor ve onu atomlarına ayırıyor. İlginç olan, tüm bu “aşkı herhangi bir obje gibi bileşenlerine ayırma ve ona bilimsel bir yaklaşımla bakma” tecrübesinin kitabın sıcaklığına hiç engel olmaması ve “Neden beni sevsin ki?”nin “Neden beni sevmiyor?”a dönüştüğü bir süreci aşkın tüm o vazgeçilmez sıcaklığını hep hissettirerek anlatılabilmesi okuyucuya. Alain de Botton kitabı cevaplar verme üzerine değil, anlama çabası üzerine kurmuş ve okuyucuyu kendi ilişkisi aracılığı ile bu çabanın parçası yapmayı başarmış. Günlük bir konuya entelektüel denebilecek bir bakışla yaklaşan kitap aşkı arayan, aşkın içinde olan veya aşkı yitiren herkesin okuyabileceği ve -muhtemelen- her satırında “Evet!” diyeceği bir roman.
(“Essays in Love”)