The Green Knight – David Lowery (2021)

“Size yeni bir hikâye anlatayım. Onu bana anlatıldığı şekliyle anlatacağım size. Mektupları yazıldı, tarihi basıldı bu cesur ve cüretkâr maceranın. Taşlara kazındı, eskinin bütün büyük efsaneleri gibi. ”

Kral Arthur’un yeğeni Gawain’in bir cesaret gösterisi olarak çıktığı ve sonunda Yeşil Şövalye ile yüzleşeceği yolculuğun hikâyesi.

David Lowery’nin yazdığı ve yönettiği bir ABD, Kanada ve İrlanda ortak yapımı. On dördüncü yüzyılda yazılan ve şairi bilinmeyen bir şiirden yola çıkılarak çekilen film bir fantezi ve aksiyon karışımı. Bu türün popüler ve ticari örneklerinin aksine aksiyonu ve fantezi yanı dizginlenmiş, neredeyse gerçekçi denebilecek bir masal anlatan yapıt yine o örneklerin aksine “yetişkinin içindeki ergen”den çok, “yetişkinin içindeki yetişken”e hitap etmesi ile de farklılaşıyor. Kaynak şiirin aksine belirsiz (İngilizce bir kelime oyunu ile, iki farklı anlama da çekilebilecek) bir sona sahip olan film saf aksiyon meraklılarını tatmin etmeyebilir (bütçesini ancak aşabilen gişe geliri de doğruluyor bunu) ama cesaret, dürüstlük, hak ve bir hikâyesi olmak üzerine ilgiyi hak eden bir öykü anlatan ve Andrew Droz Palermo’nun başarılı görüntü çalışması ile ilginç bir yapıt bu.

Bir Noel zamanı açılıyor film. Kral Arthur’un (Sean Harris) kız kardeşinin (Sarita Choudhury) oğlu olan Gawain’i (Dev Patel) bir genelevde geçirdiği geceden sonra evine dönerken görüyoruz. Kendisi henüz bir şövalye olmadığı için Arthur’un ünlü Yuvarlak Masa Şövalyeleri’nden biri de değildir doğal olarak. Noel şenliği için yanına gittiği kral ve kraliçe ondan bir hikâye anlatmasını istediklerinde “bir hikâyem yok” der ve film bu genç adamın bir hikâyeye nasıl sahip olduğunu anlatmaya başlar. Şenliğe gelen gizemli Yeşil Şövalye’nin meydan okumasına sadece o cevap verir: Buna göre kendisi bu şövalye ile hemen orada çarpışacaktır ve ona her ne yapmayı (örneğin kılıcı ile yaralamak gibi) başarırsa, tam bir yıl sonra yanına gideceği şövalye de aynısını ona yapacaktır. Dövüş başlar ama şövalye silahını yere bırakır ve Gawain kısa bir tereddütten sonra başını vücudundan ayırır onun. Başsız kalan adam ise başını alır ve terk eder şenliği.

Gawain rolünde Hint asıllı bir oyuncu olan Dev Patel’i tercih etmiş Lowery ve Anglo-Saxon kültürünün tipik beyaz karakterlerinden birini canlandırma görevini ona vererek cüretkâr bir seçim yapmış. Patel de performansı ile -ilk bakışta tuhaf görünebilecek- bu seçimin doğruluğunu kanıtlamış hikâye boyunca; hem gerektiği kadar bir aksiyon kahramanı hem bir âşık ama en önemlisi de oynadığı oyunun bedeli ile yüzleşmesi gereken bir dram karakteri olarak başarılı bir oyunculuk sunmuş Patel. Şövalyeliğin beş erdemi (inançlı olmak, iffetli olmak, nezaket, cömertlik ve dostluk) hakkında hikâye boyunca sınava giren ve tümünde başarısız olan bir karakter olan Gawain rolünün hakkını vermiş oyuncu kesinlikle ve bu karakteri bir aksiyon kahramanı olmanın ötesine taşımayı başarmış. Evet, tüm sınavlarında başarısız olan ve bu nedenle bir şövalye olmayı hak eder görünmeyen bu karakterin Yeşil Şövalye ile yüzleştiğinde alacağı (ya da almayacağı) karar onun kaderini de belirleyecektir. Lowery finali Türkçe’de karşılığı tam anlamı ile verilemeyecek bir replik ile yaparak Gawain’in kaderinin ne olacağını belirsiz bırakmış; Yeşil Şövalye’nin ağzından duyduğumuz bu son cümle çok zıt iki anlama birden geliyor. Bu seçimi Lowery’nin, sınavın sonucundan çok, sınavın kendisi ve o sınav ile yüzleşme cesareti gösterip gösterilmeyeceğine odaklanması ile açıklayabiliriz. Bir başka şekilde söylersek, film Gawain’in bir şövalye olmayı hak edip etmediğini sorgulamamızı istiyor ve bu bağlamda bakıldığında, akıbetinin ne olacağı o kadar da önem taşımıyor. Kahramanımızın kız arkadaşı Essel’in (Alicia Vikander) “Şan nedir? İyi olmak neden yetmiyor” sorusu ise gerçek şövalyeliğin şan üzerinden değil, iyilik üzerinden inşa edilebileceğini söylüyor.

Andrew Droz Palermo’nun kamerası ile iç mekânlarda doğal (en azından öyle görünen) ışık kullanımını tercih etmiş Lowery. Bu nedenle bazı sahnelerde oluşan nerede ise yarı-karanlık görüntü, “aksiyonu da eksik” olan filmi parlak ışıklı görüntülere alışık seyirciden biraz daha uzaklaştırabilir. Benzer şekilde, bir efekt bombardımanı da yok filmde ve tüm bu tercihler hikâyenin hayli gerçekçi bir fantezi filmine dönüşmesini sağlamış. Daniel Hart’ın müziklerinin gizemli ve sanatsal bir hava kattığını da eklersek filme, Lowery’in kesinlikle farklı bir yol seçtiğini ve hedefine ulaştığını söylemek mümkün.

Kaynak şiir daha önce iki kez daha uyarlanmış sinemaya. Her ikisini de Stephen Weeks’in yönettiği bu filmler 1973 yapımı “Gawain and the Green Knight” ve 1984 tarihli “Sword of the Valiant: The Legend of Sir Gawain and the Green Knight”. Lowery’nin sinema değeri açısından bu öncekilerden hayli önde olan filmi başta açılıştaki kar tanelerinin savrulduğu sahne olmak üzere üst düzey bir görselliğe sahip olması ile de öne çıkıyor. Fizikselden çok, ruhani olarak da okunabilecek bu yolculuk hikâyesi baş karakterini bir kahraman olarak değil; sorgulayan, düşünen ve tereddüt eden bir insan olarak çizerek de doğru bir iş yapmış. “Başarı”nın getireceği güç, şan ve iktidarı elde eden bir şövalyeyi değil; varoluşunu sorgulayan, bekleyen ve anlamaya çalışan bir adamı anlatmakla ve bunu yaparken de “yeşil”in (doğanın) eninde sonunda her şeye egemen olacağını hatırlatması ve bu ezelî ve ebedî gerçeğin karşısında tüm insanlık tarihinin “şövalyelik” üzerinden yücelttiği dünyevî değerlerin boşunalığını göstermesi ile değer kazanan bir film çekmiş Lowery. Sakinliği ve aksiyonsuzluğu tipik bir aksiyon fantezisi beklentisi olanları rahatsız edebilir ama ilgiyi hak eden bir sinema yapıtı bu. Evet, çok derinlere inen bir içeriği yok ama bir aksiyondan daha fazlasını beklemek de anlamsız olsa gerek.

(“Yeşil Şövalye”)

(Visited 124 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir