Ayaşlı ile Kiracıları – Memduh Şevket Esendal

Memduh Şevket Esendal’ın 1934 yılında yayımlanan ve CHP Roman Ödülü’nü de alan romanı. 1980’li yılların sonunda Tunca Yönder’in yönettiği bir TV dizisine de uyarlanan roman önce Vakit gazetesinde tefrika olarak yayımlanmış. Toplam otuz beş bölümden oluşan romanda bu bölümlerin birbirine çok yakın uzunlukları ve her birinde farklı bir “sahne”nin anlatılması, bu tefrika hâlinde yayınlanmanın da bir sonucu olsa gerek. 1930’lu yılların başında Ankara’da geçen roman, süratle değişen (değişmeye çalışan ve aynı zamanda buna direnen) bir toplumda farklı karakterler üzerinden bir mikrokozmos olarak kullanıyor “yeni yapılmış büyük bir apartmanın dokuz odalı bir bölüğü”nde oturanları. Ayaşlı İbrahim adındaki karakterin toplu olarak kiralayıp sonra her birini farklı kişilere kiraladığı dokuz odada yaşayan bireylerin ve ailelerin iç içe geçen yaşamları, yazarın “eski”den kop(a)mamış ama “yeni”deki yolunu da henüz tam anlamı ile bulamamış ve bir değerler karmaşası yaşayan bir toplumun yalın bir resmini çizmesinin aracı olmuş.

Kitapta kısa bir biyografinin yanısıra Esendal’ın kendi kaleminden çıkma ve ölümünden sonra dosyaları arasında bulunan, “kendini anlatıyor” başlıklı kısa bir otobiyografi de var. Kısa olsa da (tümü bu kadar mıdır, yoksa kitaba alınırken kısaltılmış mıdır belirtilmemiş), yazarın kendisini üçüncü bir şahsın ağzından anlatır gibi yazdığı bu satırlar kitaba ilginç bir ek olmuş.

Bir bankada çalışan ve Ayaşlı’nın odalarından birinde kiracı olarak kalan baş karakterinin ağzından yazılan romanda, bu adamın yazdığından bahsediliyor ki hem kitabın birinci ağızdan anlatılmasını hem de adamın “yazar”lığını birlikte düşününce, onu yazarın (Esendal’ın) kendisi olarak da düşünebiliriz sanırım. Memduh Şevket Esendal hayli yalın bir üslupla ve çoğunlukla da kısa cümlelerle oluşturmuş romanı ve anlatıcı karakterinin hikâyeyi yazmaktan çok konuşarak dile getirdiğini düşündürecek bir tarzı tercih etmiş. Bu tercihler ve karakter sayısının çok fazla olması, edebî kriterler açısından bakıldığında, romanda bir derinlik eksikliğine ve -doğrudan bu ifade kullanılmasa da bir travesti” olarak görülebilecek eksantrik ressam karakterinde olduğu gibi- bazı karakterlerin sadece yazarın amacına uygun olarak ama hikâyeye bir şey katmadan romana girip çıkmasına neden olmuş sanki. Bir aile gibi iç içe yaşayan ve bir yandan muhafazakâr değerlerini koruyan ama bir yandan da ayrıksı hayatlar yaşayan karakterlerin her birinin farklı kökenleri ve Ankara’ya çöken imparatorluğun farklı noktalarından gelmiş olmaları, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin o dönemdeki heterojen yapısı ile ilgili etkileyici bir resmin ortaya çıkmasını sağlamış.

Klasik anlamda bir olay örgüsü içermiyor roman, bunun yerine çok sayıda karakterin birbiri ile ilişkileri ve bireysel hayatları üzerinden onların yine çok sayıdaki küçük olaylarını anlatmayı tercih ediyor. Bu bağlamda, yukarıda bahsedilen otuz beş bölümün her birinin bu farklı olaylardan birine odaklandığını söylemek bile mümkün. Sonuçta Esendal romanlara özgü büyük bir olayı anlatmaktan çok bir “memleket manzarası” çizmeyi hedeflemiş ve başarmış da bunu. Yalın ama renkli bir şekilde, bu manzaradaki her bir bireyin hikâyesini çekici, rahat ve hızlıca okunabilen ve merak ettiren bir şekilde anlatmanın üstesinden geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz romanın.

Romanın ahlâki yaklaşımında döneme özgü ama bugün o zaman olduğu kadar normal ve doğru görülemeyecek bir problem olduğu söylenebilir. Özellikle kadın karakterler aracılığı ile ortaya çıkan bu durum muhafazakâr bir ahlâk anlayışının izlerini taşıyor ve baş karakterin bir erkek olarak üstelik evli bir kadınla ilişkisi sıradan ve eğlenceli bir durum olarak resmedilirken, romandaki ana kadın karakterler içindeki nadir olumlu olanlardan birinin nikâh öncesi cinsel beraberliği istememesi özellikle -ve onun adına olumlu bir not olarak- belirtiliyor örneğin. Buna karşılık Ayaşlı’nın kendisinin ve kiracılarının hemen tümünün karıştığı yasadışı ve/veya gayri ahlâki işlerin onları özellikle yargılamaya kalkmadan ve çoğunlukla sadece dönemle ilgi bir saptama olarak sergilenmesi bu yaklaşımın tam tersi yönünde bir tercih olarak dikkat çekiyor.

Özellikle Bilgi Yayınevi için yaptığı tasarımları ile bilinen Fahri Karagözoğlu’nun romanın ruhuna çok uygun ve başarılı bir kapak tasarımına sahip olan kitap, önümüze Cumhuriyet’in ilk yıllarından bir Ankara ve Türkiye tablosu getiren ve okunmayı hak eden bir çalışma.

(Visited 275 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir