Baraj – Orhan Aksoy (1977)

Baraj“O mektuplara, bu sevgiye lâyık değilim ben. Hiçbir şey değmez benim için. Ben bir genelev kadınıyım. Sermaye Ayselim ben”

Mektup aracılığı birbirleri ile tanışan bir adam ve bir kadının, ve onların yalanlarının parçası olan bir başka adamın hikâyesi.

Safa Önal’ın senaryosundan Orhan Aksoy’un çektiği ve başrollerinde Türkân Şoray, Tarık Akan ve İranlı oyuncu Nasır Melek’in yer aldığı bir film. Sık sık dağılsa da ve pek çok Yeşilçam klişesinin kurbanı olsa da Safa Önal’ın senaryosu, o tarihlerde çoktan jön olmuş Tarık Akan’ın “kötü” bir karakterde oynaması ve bir yıl sonra çekilecek başyapıt “Selvi Boylum Al Yazmalım”ı hatırlatan içeriği ile kayda değer bir Yeşilçam örneği bu.

Bütün umudu iyi bir erkeğin kendisini içinde bulunduğu hayattan kurtarması olan, iyi yürekli bir genelev kadını (T. Şoray), onun gazetedeki “gönül postası” aracılığı ile tanıştığı sert görünümlü ve yalnız bir adam olan bir ustabaşı (N. Melek) ve borçlarını ödemeyince bir baraj inşaatında çalışmak üzere bu ustabaşının yanına gelen İstanbullu bir çapkın genç (T. Akan)… İlki kendini bir ev kızı olarak tanıtırken, ikincisi gerçek görünümünün tam aksine uzun boylu ve yakışıklı bir genç olarak anlatır kendini mektuplarda; üçüncüsü ise kendisini teknisyen olarak tanıtır hiçbir bilgisi olmadığı halde ve ikincinin isteği üzerine onun yerine geçer mektupla başlayan aşk ilişkisinde. Safa Önal’ın senaryosu bu üç ana karakteri ilginç bir şekilde yalanlarla örülü olarak getiriyor karşımıza ve Akan’ı tahmin edilebilir nedenlerle hafif törpülenmiş olsa da bayağı bir kötü karakter olarak çiziyor. O dönem Türk sineması için “cesur” tercihler bunlar kuşkusuz ve filme farklı bir hava kazandıran da onlar. Kuşkusuz bu ilginç çıkış noktası sık sık ve maalesef Yeşilçam’ın kolaycı zihniyeti içinde nerede ise yok oluyor ama yine de filme bir keyif kattığı açık. Filmimiz sadece bu özellikleri ile değil, örneğin Şoray kadar Akan’ın seksapelini vurgulaması ile de bir farklılık yaratmayı başarıyor ve hatta nerede ise bu açıdan Akan’I Şoray’ın önüne geçiriyor zaman zaman.

Dönemin popüler şarkılarından (Orhan Gencebay ve Ajda Pekkan’ın şarkıları sık sık kulağımıza çalınıyor örneğin) yararlanan film bu üç karakter dışındaki hemen tüm diğer karakterleri ana karakterlerin aksine “iyi” olarak çiziyor. Şoray’ın genelevdeki tümü kadın olan çalışma arkadaşlarından (“Mama”nın hikâyenin kritik bir anındaki sürpriz davranışı ilginç gerçekten), ustabaşının tümü erkek olan çalışma arkadaşlarına hep iyi yürekli olarak resmedilmiş bu karakterler. Üç ana karakterle kıyaslandığında Safa Önal’ın onları daha açık ve dürüst karakterler olarak çizmesi de senaryonun önemli yanlarından biri olarak dikkat çekiyor. Bu arada senaryo elbette tüm Önal senaryoları gibi bir edebî tat da içeriyor: Örneğin Şoray’ın Akan’a “Çok mu seviyorsun beni” dediği sahne hayli iyi yazılmış. Evet, bu açıdan başarılı bir senaryo bu ama çok büyük problemleri de var: Hikâyenin son üçte birlik bölümü bir türlü toparlanamamış görünüyor örneğin ve inandırıcılığı da aksatıyor bu durum. Senaryonun daha önemli bir kusuru ise Şoray’a bir oyuncu olarak hayli sıkıntılı bir çerçeve çizmesi: “Sakız çiğnemek” eyleminin sembolik bir davranış olarak seçilmesi dikkate değer bir tercih ama bu tercihin ilgili eylemi gerçekleştiren karakteri nerede ise sembolün altında ezen bir şekilde kullanması Şoray’ın karakterini diğer tüm karakterler ile kıyaslandığında hayli yapay kılıyor. Şoray da karakterinin gelgitlerini toparlayamamış gibi görünüyor ve adeta iki farklı oyuncunun canlandırdığı iki farklı karakteri getiriyor karşımıza. Safa Önal’ın senaryosunun bir başka önemli kusuru da hikâyeye kattığı gereksiz ve hayli ucuz komiklikler; oysa filmin kırılgan duygusallığı kendi başına kesinlikle yeterliymiş gibi görünüyor.

Kadının aşk mektubuna genelevdeki kadınların her birinin kendi özlemlerini yansıtması gibi kırılgan ve hayli başarılı sahneleri olan, genç ve yakışıklı bir karakterle orta yaşlı ve sıradan görünümlü bir adamı karşı karşıya getiren akışı üzerinden fiziksel görünümü sorgulatan hikâyesi ile önemli ve “Ne pişireyim akşama?” sorusunu bir aşk cümlesine dönüştürme becerisi ile dikkat çeken bir film bu. Hikâyesinde kimi önemli hayli boşlukları olan ve sadece yine bir baraj inşaatı etrafında dönmesi ile değil, asıl olarak “sevgi neydi” sorusunu sordurtması ve bir seçimi karşımıza getirmesi ile de Türk sinemasının başyapıtı “Selvi Boylum Al Yazmalım”ı çağrıştıran film, kuşkusuz onun ayarında bir film değil kesinlikle ve Orhan Aksoy da Atıf Yılmaz’ın tersine yönetmen olarak pek bir değer katamamış görünüyor filmine. Yine de sinemamımızın 1970’li yıllarından kesinlikle kayda değer bir çalışma bu ve Yeşilçam’ın kalıplarından kurtarılabilmiş olsa ne iyi olurdu dedirten içeriği ile de ilgiyi hak ediyor.

(Visited 453 times, 3 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir