“Bu fotoğrafta da Judy Garland ile beraberim. Resmin biraz dışında kalmışım; açıyı biraz daha geniş tutsalardı ben de girecektim resime”
Bir sanatçı menajerinin, yeniden meşhur etmeye çalıştığı bir şarkıcı ve onun metresi ile uğraşırken yaşadıklarının hikâyesi.
Woody Allen’ın komedisi, hüznü, dinamizmi ve çarpıcı senaryosu ile, filmografisinin en parlak örneklerinden biri. Allen senaryosunu da yazdığı filmde başrolü Mia Farrow ve Nick Apollo Forte ile paylaşıyor ve ortaya seyri kesinlikle çok keyifli bir sonuç çıkarıyor. New York’a, tiyatroya, sanata, komedyenlere ve tüm sanatçı menajerlerine adanmış bir aşk hikâyesi diye özetlenebilecek film, hiç aksamayan hikâyesi, hemen tümü hikâyenin gelişimi ile uyumlu esprileri ve aralıksız konuşan karakterinin çekici komedisi ile kesinlikle görülmesi gereken bir sinema eseri.
Siyah beyaz olarak çekilen film sohbet eden bir grup komedi sanatçısını getiriyor karşımıza ve yine onların görüntüsü ile biterken arada da bu komedyenlerin birinin ağzından sanatçı menajeri Danny Rose’un başından geçen komik bir hikâyeyi anlatıyor bize. Zaman zaman anlatıcı olarak arada sesini duyduğumuz bu kişi ve gruptaki diğer tüm sanatçılar, Woody Allen’ın onlara nasıl bir sevgi ile yaklaştığını net bir biçimde anlayacağımız şekilde getiriliyorlar karşımıza. Birlikte gülen, eğlenen ve eski günleri anan bu komedyenler üzerinden sanatlarına duyduğu aşkın hikâyesini anlatıyor adeta Allen. Kendisinin canlandırdığı ve gerçek hayattaki menajeri ve yapımcısı olan Jack Rollins’ten yola çıkarak yarattığı Danny Rose karakteri de bu aşkın bir sembolü tüm o sanat ve sanatçı dünyası için. Küçük bir menajer Danny Rose ve bir parça ünlenen tüm sanatçılarının kendisini terk etmesinden yakınıyor hep. Uzun zaman önce listelere giren bir albüm yapmış ama şimdi “zamanı geçmiş, egosu büyük, sinirli ve ayyaş” olan bir şarkıcıyı önemli bir programa çıkarmaya çalışırken, bir yandan da onun metresi ve devreye giren mafya ile de uğraşmak durumunda kalan bu hüzün veren ama hayli sevimli karakterde Allen yine bir parça kendisini oyunuyor elbette ve aralıksız konuşur ve en zor durumlarda bile esprilerini art arda sıralarken çok ama çok eğlendiriyor. Allen, anlatıcı karakterini de dozunda ve doğru anlarda kullanarak hem hikâyenin daha rahat akmasını hem de bu karakterin de komedinin parçası olmasını sağlıyor.
Yaptıkları sohbet ile Danny Rose’u bize anlatan komedyenleri kendilerini oynayan sanatçıların canlandırması filme sıkı bir gerçekçilik havası katmış kuşkusuz. Bu sanatçılar dışında, Milton Berle, Joe Franklin gibi isimler yine kendilerini oynarken, Sammy Davis Jr. da bir tören geçidinde kısa bir süreliğine karşımıza geliyor. Allen karakterini tam da olması gerektiği gibi oynamış: Komik, manik ve hüzünlü. Nerede ise hiç susmadan konuşurken bir an bile yormuyor dinamikliği ile ve bunda da senaryonun karakterine bağışladığı sevimlilik ve mizah duygusunun yanısıra, elbette Allen’ın performansının da ciddi bir payı var. Tekrar ünlü yapmaya çalıştığı şarkıcı rolünde karşımıza çıkan Nick Apollo Forte de bir bakıma kendisini oynuyor ve filmin komedisine önemli bir katkı sağlıyor. Hikâyenin büyük bir kısmında güneş gözlüklerini hiç çıkarmadan oynayan Mia Farrow da tam bir “Allen kadını” olan karakterinde çok başarılı. Tüm bu oyuncular, senaryodaki hem anlık esprileri ve komik sahneleri (örneğin Allen ve Farrow’un mafya tarafından birbirlerine bağlandıkları sahne veya helyum gazının neden olduğu komik anlar) hem de tüm bir hikâyede uyum içinde hareket eden birbirinden farklı öğeleri ustalıkla aktarıyorlar seyirciye. Hikâyeye hayli uygun seçilmiş müziklerin sevimliliği ve enerjisi, Allen’ın kariyerinde yazdığı en komik ve etkileyici karakterleri ve özellikle meşhur olmaya çalışan ve tuhaf yeteneklerini pazarlamaya çalışan karakterler üzerinden daha da belirgin kılınan hüznü ile “hoş” ve önemli bir film bu. Final tam da olması gerektiği gibi; bir sahnede Allen’ın karakterinin söylediği gibi (“Hayat felsefem nedir biliyor musun? Eğlenmek önemlidir ama biraz acı da çekmelisin. Aksi takdirde hayatın anlamını kaçırırsın”) bir film bu ve kesinlikle görülmeli. Gordon Willis’in parlak görüntü çalışması, oyuncularının karakterlerini tüm tuhaflıklarına rağmen olağanüstü bir doğallıkla canlandırması ve Susan E. Morse’un temposunu hiç yitirmeyen kurgusunun da zenginleştirdiği bu filmi, alçak gönüllü bir başyapıt olarak nitelendirmekte hiçbir sakınca yok.