“Ajan olacağımıza çılgın olduk. Hepimiz. Bilgi bulmaya çalışacağımıza birbirimizi yok etmeye başladık”
Karısının kaçırılmasından sonra sıradan bir adam ile ilgili ortaya çıkan sırların hikâyesi.
Amerikan sinemasının televizyon kökenli yönetmenlerinden Arthur Penn’in altmışlı ve yetmişli yıllarda çektiği başarılı filmlerden sonra formunun düşmeye başladığı dönemden bir film. Penn’den ziyade Holywood’un aksiyona daha yatkın isimlerine yakışan, tonunu yeterince tutturamamış ve aksiyon kahramanına dönüşen bir sıradan adamın yarattığı komik durum ile iddialı bir gerilimli ajan hikâyesi arasında gidip gelen bir çalışma bu film özetle.
Gene Hackman’ın sürüklediği filmde oğlu rolünde genç bir Matt Dillon vasat bir performans sergiliyor. Yan karakterler ise ağırlıklı olarak senaryodan kaynaklanan ve zaman zaman sıradanlaşan diyalogların da etkisinin olduğu gereksiz karikatürize edilmiş rollerde pek de başarılı değiller. Arabalı takip sahnelerinin filmin genel performansı düşünüldüğüne başarılı olduğu filmde hani nerede ise acemice kotarılmış sahneler de yer alıyor. Örneğin Paris’te havaalanında geçen ve kahramanımızın öldürülmeye çalışıldığı sahne bir parça daha ileri gidilse bir ZAZ komedisine yakışır hale gelecekmiş gibi duruyor. Tüm casus filmlerinin alamet-i farikası olan farklı ülkelerde geçen hikâye burada da var elbette ve kahramanlarımız Dallas-Paris-Hamburg-Batı Berlin rotasında ilerleyerek kaçırılan kadını kurtarmaya çalışıyorlar.
Soğuk savaş döneminde geçen hikâyenin ciddi bir “aile güzellemesi” olduğu da rahatça söylenebilir. Hem kahramanımız ile oğlu arasında pek de iyi olmadığı başlarda birkaç kez vurgulanan ilişki finaldeki hayli uzun süren kucaklaşma sahnesi ile huzura kavuşturuluyor hem de en sert dünyalardan biri olan casusların dünyasında bile ideolojiler ne olursa olsun en temel kuralın ailelere dokunmamak olduğu anlatılıyor. Zaten tüm patırtı da on sekiz yıldır yaşatılan bir “ailenin intikamını alma” arzusundan kaynaklanıyor filmde.
Bu tür filmlerde gerilimin zirve noktalarının ve bu noktaların sıklığının çok iyi belirlenmesi gerekir ama burada bir dağınıklık söz konusu bu alanda. Bu nedenle ne film seyredeni avucunda tutabiliyor ne de filmin sizden ne beklediğini tam olarak kavrayabiliyorsunuz. Yine de Gene Hackman için, soğuk savaş günlerini hatırlamak için ve yeterince keyif vermese de bir casus filmi seyretmek için tercih edilebilir. Naif yanlarına karşın Avrupa şehirlerinin sokaklarında geçen bir gerilim hikâyesi ne olursa olsun doğası gereği bir çekicilik taşır ne de olsa.
(“Hedef”)