The Only Living Boy in New York – Simon & Garfunkel (1970)

Sadece saf ve koşulsuz bir dostluk duygusunun sonucu oluşabilecek bu şarkı Paul Simon tarafından film çekimi nedeni ile Meksika’ya giden Art Garfunkel için yazılmış ve ancak gerçek dostlar arasında oluşabilecek o tarifi imkânsız bağın yaratabileceği bir havaya sahip. Sıcak, hüzünlü, özlem ve bağlılık dolu bir başyapıt. Her dinlediğimde Ingmar Bergman’ın otobiyografisindeki bir bölüm gelir aklıma: “Bir sorun çözümsüz. Bir gün giyotin hızla savrulup ikimizi ayıracak. Bizi, çiftliği gölgeleyecek bir ağaca dönüştürecek dost bir Tanrı da yok.”

Tüm “The Only Living Boy in New York” ruh halindekiler için..

Sous le dôme épais – Léo Delibes


İlahi bir güzellik varsa eğer, bu şarkıda kendini gösteren o olmalı. Fransız besteci Léo Delibes’nin Lakmé adlı operasından “Sous le dôme épais – The Flower Duet” adlı eser opera tarihinin en güzel düetlerinden biri. Kendinizi bu ilahi ezginin ellerine bırakıp sonsuz bir boşlukta kaybolup gitmeye çağıran bir melodi. Bir son mutluluk bu şarkının ve onunla uyumlu bir görüntünün ardından gözlerini kapamak olmalı.

(“Lakmé” – “The Flower Duet”)

Don’t Drink The Water – Dave Matthews Band (1998)

Baş ucu albümlerinden biri oldu her zaman “Before These Crowded Streets” ve bu bir parça “karanlık” albümün tüm şarkıları da baş ucu şarkılarım. Birleşik Devletler’de bunca sevilip de Atlantik’in diğer yakasında asla o denli popüler olamayan başka böylesine olağanüstü bir şarkıcı/grup var mıdır bilmiyorum ama bu grup her zaman Dave Matthews’in bana hep samimi bir entelektüeli çağrıştıran ses tonu, kimi şarkılarının uzaktan (ve çoğunlukla oldukça uzaktan) country müziklerini çağrıştıran havası ve bir yandan “büyük” diğer yandan “doğal” şarkıları ile popüler sularda gezinen müziklerin de bir kalitesi olduğunun kanıtı oldu benim için.

Bu muhteşem albümden bir seçim yapmak zor ama sadece bugünlere özgü olmak kaydı ile tercihim “Don’t Drink the Water” şarkısından yana. Finaline doğru zirveye çıkan bir müzik ve Matthews’un şarkıyı “kötü” olanın ağzından seslendirme tercihi de dikkat çekiyor. Sondaki Alanis Morissette vokaline de dikkat.

“What were you expecting? / No room for both / Just room for me” sözleri çok ama çok şey söylüyor. Topraklarına, suyuna, havasına el koyulan tüm insanlar için ve günümüzde adına girişimci liberal denen tüm sömürenlere inat…

Mia Aioniotita Kai Mia Mera – Eleni Karaindrou (1998)

Sinemanın görkemi ile müziğin görkeminin olağanüstü uyumu. Theo Angelopoulos’un mükemmel filmine eşlik eden Eleni Karaindrou’nun mükemmel müziği. Önünde diz çökülmesi gereken sanat. Bu dünyanın ötesinde, hakkında en övgü dolu sözlerin söylenmesinin bile kutsallığını bozacağı bir büyülü bileşim. Sanatın anlatılması imkânsız bir hali. Göz yaşartıcı derecede parlak.

“Hoşçakal demeye geldim anne. Gidiyorum. Neden anne? Neden hiçbir şey umduğumuz gibi gitmedi? Neden? Neden acı ile arzu arasında parçalanmış bir sessizlik içinde çürümek zorundayız? Neden tüm hayatımı sürgünde geçirdim? Neden kendi dilimde konuşabilmeme izin verildiği o nadir zamanlarda geri dönebildim sadece?… Kendi öz dilimi… Kayıp kelimeleri hâlâ canlandırabildiğim veya unutulmuş kelimeleri sessizliklerinden çekip çıkarabildiğim zamanlar… Kendi ayak seslerimi kendi evimde neden o zamanlar ve sadece o zamanlar duyabildim?”

Film : Mia Aioniotita Kai Mia Mera – Eternity and a Day – Sonsuzluk ve Bir Gün

Müzik : “By the Sea” + “Eternity Theme”