Chega de Saudade – Laís Bodanzky (2007)

“Sensiz bu dans gecesi, kutup yıldızının olmadığı bir gece gibi”

São Paulo’da bir dans salonunda geçen bir gecenin hikâyesi.

İtalyan yönetmen Ettore Scola 1983’te “Le Bal” adlı ve Fransa’nın elli yılını bir dans gecesine sığdıran çok başarılı bir film yapmıştı. O film geriye doğru bakıyor ve bir ulusun elli yılını değişen kıyafetler ve elbette dans üzerinden görsel gücü yüksek bir biçimde karşımıza getiriyordu. Bu filmde ise yönetmen Laís Bodanzky en genci için orta yaşlı denebilecek kalabalık bir grup insanın bir dans gecesini onların bugününe odaklanmakla birlikte geçmişi ve geleceği de ihmal etmeden ama ilkinin aksine sadece danslar üzerinden değil dansların da duyguların dışa vurum aracı olduğu “konuşmalı” bir filmle anlatıyor.

Pantolon giyen kadınların alınmadığı ve işte dansın olmazsa olmazlarından birinin kadınların savrulan etekleri olduğunu savunan bir dans salonunda yaşanan bu gecede kamera oldukça hareketli ve dansın ritmine ayak uyduruyor sık sık. Gövdelerde, karakterlerin epey yaşlı yüzlerinde ve elbette temposu hiç düşmeyen ayaklarda gezinen kamera bir yanda da bu karakterlerin küçük hikâyelerine tanıklık ediyor. Flörtlerin, geçmiş günlere duyulan özlemin, kaybolan gençliğin getirdiği umutsuzluğun, kıskançlığın, sahiplenmenin ve aslında tüm bunların temelinde yer alan çok temel bir insani duygunun peşinde olan bir film bu: Hayata tutunma. Onca farklı karakteri hâlâ yaşadığını hem kendisine hem etrafına göstermek istiyor adeta. Çocuksu kıskançlıklar, filmin en etkileyici sahnelerinden birinde pencerenin önünde dökülen gözyaşları, gizemli kadının erotizmi ve baştan çıkarmalar filmi bir yandan oldukça çekici hale getirirken diğer yandan aslında sanki hikâyeye hâkim olan asıl duygunun da altını çiziyor. Tüm o danslara, çekici şarkılara ve kahkahalara rağmen hüznün her karesine sindiği bir film bu. Kaybedilenler, elde kalanı korumak için harcanan çabalar ve son bir “vurgun” karakterlerinin hüznünü iyice açığa çıkarıyor film boyunca.

Başta Hollywood olmak üzere sinemanın genç ve güzel vücutlara gösterdiği faşizan hayranlığın tam tersi yönde duran bir film bu ve hemen tümü yaşlı ve “gençliğin tatlı kuşu” günlerini geride bırakmış karakterlerin kırışık yüzleri üzerinden cevap veriyor tüm o fiziksel güzelliği yücelten filmlere. Salonda teknisyen olarak görev yapan genç adam ve onun kız arkadaşı filmdeki iki genç karakter ve diğer tüm karakterlerin aksine o geceden mutsuz ayrılan da sadece onlar oluyor. Filmin yaşlıların yanında durduğunun en güzel göstergelerinden biri de hikâyedeki en temel kıskançlığın alışılanın aksine bu genç adamın kendisinden yaşlı bir adama karşı hissettiği kıskançlık olması. Salonun garsonu ise herkesin sırrını bilen, ortalığı yatıştıran, düzeni koruyan ve adeta kendi yarattığı insanlığın haline yukarıdan hoşgörü, anlayış, sevgi ve bir parça da hüzün ile bakan Tanrı rolünde.

Onlarca Portekizce şarkının çalındığı ve söylendiği gecede karakterler bu şarkıların sözlerini adeta yaşıyorlar bir yandan da. Bazen kendi kendilerine bazen örneğin bir flörtün peşindeyken eşlik ediyorlar şarkılara. Filmin sonunda hem tüm o eski dansların hem de bu klasikleşmiş Latin Amerika pop şarkılarının epey bir görsel ve işitsel izi kalacaktır filmi seyredende. Ülkesi Brezilya’da pek çok ödül almış film o şarkılara ve danslara aşina seyirciyi daha keyiflendirecektir şüphesiz. Kalabalık kadronun tam bir takım oyunu ile adeta yaşlılığın büyüsünü sergilediği film bir başyapıt değil yine de ve bunun da en temel nedeni karakterlerinin büyüsüne yeterince görsel bir büyüyü ilave etmemiş olması. Bilinen anlamda bir başı ve sonu olmayan bu türden bir filmin bir geceye başarılı tanıklık ile yetinmesi filmi gidebileceği daha üst düzeylerden uzak tutmuş. Keyifli, eğlenceli, neşeli ve hüzünlü.

(“The Ballroom” – “Kederlere Son”)

(Visited 83 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir