Chun Gwong Cha Sit – Kar-Wai Wong (1997)

“Hep ondan farklı olduğumu düşünmüştüm. Oysa yalnız insanlar birbirine benzermiş”

Araları bozulduktan sonra her zaman olduğu gibi baştan başlamak için Arjantin’e gezmeye giden Hong Konglu iki erkek âşığın orada yaşadıklarının hikâyesi.

Arjantinli yazar Manuel Puig’in ülkesinde ilk basıldığında yasaklanan 1973 tarihli dedektiflik romanı “The Buenos Aires Affair”den ilham alsa da bambaşka bir yola sapan bir Hong Kong yapımı. Kar-Wai Wong’un senaryosunu yazdığı ve yönettiği film bu başarılı sinemacının yine parlak bir sonuca imza attığı başarılı bir çalışma. Taslak bir senaryo ile çekimine başlanan ve hikâyesi çekimler sırasında sık sık değiştirilen (önemli karakterlerden biri tamamen sonradan eklenmiş filme örneğin) film, yönetmenin görüntünün ustası Christopher Doyle ile iş birliğinin bir diğer büyüleyici örneği olurken, bir aşkın hüzünlü, erotik, tutkulu ve kırılgan içeriğinin nasıl anlatılabileceği konusunda da bir ders adeta. Biçimsel özellikleri ve hikâyesi ile tangonun karakteristik yapısının sinema karşılığı olarak tanımlanabilecek olan yapıt görülmesi gereken bir film kesinlikle.

İki Hong Konglu erkeğin damgalanan pasaportlarının görüntüsü ile açılıyor film. Lai Yiu-fai (Tony Chiu-Wai Leung) ve Ho Po-wing (Leslie Cheung) sevgili olan iki eşcinsel erkektir ve sık sık olduğu gibi sorun yaşanan ilişkilerinde “baştan başlamak” için bu kez Arjantin’e gezmeye gelmişlerdir. Bu kısa ilk görüntünün ardından ilk sahnede ikiliyi yatakta sevişirken görüyoruz. Filmin cinsellik içeren tek sahnesi bu ve iki adamın hikâye boyunca bir ayrılıp bir tekrar bir araya gelmeleri sürecindeki yakınlaşmalarının da ilk örneği. Yönetmen bu ikiliyi özellikle başlarda Arjantin’in geniş ve ıssız düzlüklerinde çok küçük kalmış birer obje olarak gösterirken, ilişkilerinin kırılganlığını sergiliyor ve renkli ile siyah-beyaz arasında gidip gelen görüntüleri ile onların adeta bir sürüklenişin içinde debelenmelerini anlatıyor. Lai Yiu-fai davranışlarına ve rahatlığına sık sık öfkelense de sevmekten de vazgeçemediği (Bize “Onu gördüğümde, tekrar birlikte olmak istemediğimi fark ettim” sözünü söylerken duvara öfkeli bir yumruk atıyor) Ho Po-wing’e göre daha dirayetli bir kişidir. Paraları bittiğinde Arjantin’de farklı işlere girip çıkar ve daha serseri bir ruhu olan arkadaşı ile kıyaslandığında ayakları yere daha çok basar. Farklı anlatıcı seslerin kullanıldığı filmde bu rolü en çok onun üstlenmesi hikâyenin bir bakıma onun tarafında durduğunun da göstergesi olsa gerek. Nitekim final de destekliyor bu bakışı ve Kar-Wai Wong onu hikâyenin asıl “kahraman”ı yapıyor bir bakıma.

Caetano Veloso’nun “Waterfall / Cucurrucucu Paloma”, Frank Zappa’dan “I Have Been in You” ve “Chunga’s Revenge” ve Astor Piazzola’dan “Tango Apasionado” ve “Milonga for 3” ve Danny Chung’un yorumu ile filme İngilizce adını veren The Turtles klasiği “Happy Together” şarkılarının kullanımı ile gözlere olduğu kadar kulaklara da hitap ediyor film. Örneğin en yüksek noktasında 82 metreye ulaşan Iguazú Şelalesi’nin muhteşem görüntüsüne başlardaki sahnede Caetano Veloso’nun şarkısı eşlik ederken, aynı şelale finale doğru bu kez Piazzola’nın “Tutkulu Tango”sunun melodileri ile çıkıyor karşımıza ve gerçekten büyülüyor seyirciyi. Şelalenin karşı konulamaz görünen kudreti ve her şeyi yutan bir uçurum algısını yaratması bu müziklerle birlikte yönetmenin filmin her bir karesinin üzerinde ne kadar özenle çalıştığını gösteriyor bize. Christopher Doyle’un görüntülerinin olağanüstü gücü her zaman olduğu gibi burada da gösteriyor kendisini elbette. Bir kartpostal estetiği değil karşımıza çıkan burada; hikâyenin hüzünlü, kırılgan ve “marijinal” estetiğinin birebir karşılığını çıkarmış Doyle ve yönetmen ile yaptığı işbirliğinin sonucunun ne derece üst bir düzeye erişebileceğinin örneklerinden bir diğerini oluşturmuş.

Defalarca “grenlenen” görüntüler, titrek bir kamera kullanımı, farklı açılara başvurmaktan çekinmeyen kamera veya bizi iki karakterin hayatlarının bazen tam içine kadar sokan planlar ile görsel estetiği çok farklı ve değerli bir film bu. Tangonun ilk elde tutkuyu ve erotizmi çağrıştırmasının ve diğer tüm danslara göre partnerlerini âşık olarak daha fazla konumlandırmasının üzerinde epey düşünmüş olsa gerek yönetmen; çünkü bu dansın “sert” figürlerine ve o sertliğin içindeki “aşırı” yakınlaşmaya çok uygun biçimsel tercihleri var filmin. İki âşık birbirlerinden uzaklaşır ve yakınlaşırken, tıpkı bu dansta olduğu gibi bir yöneten ve yönetilen rollerine bürünüyor veya sık sık da bu rollere isyan ediyorlar. Baştan sona devamlı gördüğümüz tartışma ve çatışmalara rağmen, bir aşk hikâyesi bu ama aşkın taraflarından çok aşkın kendisine odaklanan bir öykü. Doyle’un sarı ve sıcak renklerinin hâkim olduğu sahnelerde (taksinin arka koltuğunda omuza konulan bir baş, kıskançlık tartışmaları, bir teyp kasetine bırakıl(amay)an mesaj, aşka dönüşen dans çalışması vs.) tutkuyu ve aşkı sürekli olarak hissediyorsunuz. Filmin orijinal adının Türkçe karşılığının “Mahrem Bir şeyin Teşhiri” olduğunu hatırlamakta yarar var burada; hikâye iki birey arasındaki mahrem bir ilişkiyi tüm boyutları ile ama o mahremiyete saygısını da hiç elden bırakmayarak gösteriyor. İngilizce adının aksine hiç de bir “mutlu beraberlik” hikâyesi değil bu anlatılan ama yönetmenin sözleri ile söylersek, “Mutlu beraberlik iki insanın durumunu veya bir insanla onun geçmişi arasındaki durumu ifade edebilir. Geçmişi ile barışık bir insan mutluluk vaat eden bir yeni ilişkiye ve başka insanlarla birlikte olabilme olasılıklarına açıktır”.

Başyapıtı “Aşk Zamanı”nın finalinde kahramanımız sırrını bir tapınağın duvarındaki oyuğa anlatır ve ona acı veren sırrını ve neden olduğu yükünü orada bırakır. Burada da benzer bir durum var: “Orada bir deniz feneri olduğunu duydum. İnsanlar oraya gider ve mutsuzluklarını geride bırakırlarmış” diyor karakterlerden biri Lai Yiu-fai’ye ve onun bıraktığı “mesaj”ı götürüyor “dünyanın sonundaki” fenere. Gerçekten de kahramanımız yükünden kurtulmuş gibidir finali düşünürsek. Bu final aynı zamanda çok dokunaklı bir gerçeği de hatırlatıyor bize: Geri dönülebilecek bir “ev” (aile vs.) varsa, gitmenin ne kadar gerekli, doğru ve insanı zenginleştiren bir eylem olabileceği. Bu ev kavramını daha da genişleterek vatan kavramına da uğruyor film aslında. Filmin çekildiği yıl olan 1997 Hong Kong’un Birleşik Krallık tarafından Çin’e devredildiği yıl. İki karakter üzerinden Hong Kongluların vatanlarını sorguladıkları bir hikâye olarak düşünebiliriz seyrettiğimizi. Hong Kong’a dönmek/dönememek, karakterlerden birinin geride bıraktığı babasına kendisini affettirme çabası, Chang adındaki karakterin temsil ettiği Tayvanın tıpkı eski Hong Kong gibi Çin’e hem çok uzak hem çok yakın olması vb. unsurları ile film ev ve vatan üzerinde düşünmeye yönlendiriyor seyirciyi. Lai Yiu-fai’nin yüzünde öfke, tedirginlik ve hüznün olmadığı tek sahnenin onun evine yakın olduğu Tayvan’da geçtiğini de hatırlamakta yarar var bu bağlamda.

Kar-Wai Wong’un filmini aşkın eşcinsel yönünü özellikle vurgulamadan anlatması da çok önemli ve doğru. Yönetmen, “Bu filmi bir gay filmi olarak görmüyorum. Hikâyem insan ilişkileri hakkında ve karakterlerin ikisinin de erkek olmasının bu açıdan bir önemi yok” diyerek ifade ettiği gibi, gerçekten de herhangi iki karakter arasında geçebilecek bir ilişkinin filmi bu. Lai Yiu-fai’nin çalışkanlığı ve davranışları ile daha “normal” bir hayat sürmesi, buna karşılık Ho Po-wing’in daha marjinal bir hayatın içinde olması ve ikisinin hikâyenin finalindeki durumları üzerinden filmin normal olanın (eşcinsel olmayanın) tarafında durduğunu öne sürenler olsa da, oldukça zorlama bir yorum bu.

Bir tarafın depresif diğer tarafın umursamaz olduğu bir ilişkiyi teknik becerisi yüksek; renklerden, kamera kullanımından ve sert göründüğü anlarda bile kırılganlığını koruyabilen bir dilden yararlanarak anlatan filmde iki ana karakteri oynayan Tony Chiu-Wai Leung ve Leslie Cheung’un performansları dört dörtlük; Arjantin’i bir turistik malzeme olarak görmeden, bir aşkın akıbetinin belirlendiği ve tango barların ve marijinallerin “sefih” dünyası olarak kullanan filmde yakalanan “kirli estetiğin” gerçekçiliğinde her ikisinin de önemli bir payı var. Her iki karakterden de daha sağlam bir duruşa sahip olan Tayvanlı genci oynayan Chen Chang da sade oyunculuğu ile onlara başarılı bir şekilde eşlik ederek filme ek bir keyif katmış karakteri ile. Söz konusu olan bir Kar-Wai Wong filmi ise belirtmeye gerek yok ama yine de görülmesi mutlaka gerekli bir sinema yapıtı bu ve marjinal olana başvurmaktan çekinmeyen ama olgun bir güce de hep sahip olabilen bir filmin çekiciliğini taşıyor karşı konulamaz bir şekilde.

(“Happy Together” – “Mutlu Beraberlik”)

(Visited 182 times, 4 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir