Dönüş – Türkan Şoray (1972)

“Dönecek babamız oğlum. Lambamız tekrar ışıldayacak, soframız tekrar kurulacak”

Yaşadıkları maddi sıkıntı nedeni ile kocası Almanya’ya işçi olarak giden bir köylü kadının hikâyesi.

Türkân Şoray’ın ilk yönetmenliği. 1972’de Türk sinemasının sultanı ve en büyük yıldızı olduğu tartışılmaz bir gerçek haline gelmiş olan Şoray’ın artık yeni bir açılımın peşine düşmesi gerektiğini hissetmesi ile yapmına giriştiği film dönemin Türk sinemasının kimi özelliklerini (veya bir başka deyiş ile kusurlarını) taşısa da hem ele aldığı konunun ilginçliği hem de Şoray’ın naif ve doğal sinema dili ile bugün de Türk sinema tarihinde hatırlanan eserlerden biri olarak dikkat çekiyor.

Sinemamızın kalburüstü kimi filmlerinin arkasındaki isim olan İrfan Ünal’ın yapımcılığını üstlendiği filmin senaryosunu Safa Önal Şoray’ın hikâyesinden yola çıkarak yazmış. Kurgu masasında Şerif Gören yer alırken, müzikler de Yalçın Tura’ya emanet edilmiş. Şoray’ın karşısında ise kocası rolünde Kadir İnanır ve köylüye zulmeden ve Şoray’a göz diken bey rolünde Bilal İnci var. Özetle sağlam bir kadro karşımızdaki. Safa Önal’ın anılarına bakılırsa Türkan Şoray’ın tüm bedenini ve ruhunu verdiği bir film bu ve onun ve yapımcı Ünal’ın desteğine karşın Yeşilçam’ın oyuncu, yönetmen ve sinema yazarlarının da aralarında olduğu kimi ünlülerinin Şoray’ın çabasını küçümseyen yaklaşımları olmuş o tarihlerde ve kimi erkek sinema yıldızları Şoray’ın hem yönettiği hem başrolünde yer aldığı bir filmde oynamak istememişler. Tüm bunların ışığında bakıldığında Şoray’ın bu ilk çabasının sonucunun mütevazi ölçülerde de olsa bir başarıya işaret ettiğini ve sanatçının yönetmenliğin altından yara almadan kalktığını rahatça söylemek mümkün.

Şoray film boyunca sık sık kullandığı yakın planlarla ve arada dozu kaçan bir şekilde başvurduğu karşılıklı bakan gözlere odaklanan kamerası ile karakterlerinin ruhunu perdeye getirmeye ve eserinin dramatik etkisini artırmaya çalışmış film boyunca. Kendisi de filmde ilk göründüğü sahnede iri ve güzel gözleri ile bir tahta perdenin aralığından bakarken çıkıyor karşımıza ve seyirciye sıkı ve çarpıcı bir merhaba diyor bu sahnede. Sanatçı bu yakın planları sadece başrol oyuncuları için değil özellikle köylü kadınları görüntülerken de kullanıyor ve bu ilk filminde gerek konusu gerekse mizansen anlayışı açısından halkın yanında yer tutuyor. 1972 yapımı olan film sinemamızın “Alamancılar” üzerine ürettiği ilk eserlerden biri ve bugün de unutulmamış olanlarından. Şoray’ın hikâyesi ve Önal’ın senaryosu hem toplumdaki feodal yapıyı ve bunun sonucu olan sömürüyü (hem ekonomik hem cinsel bir sömürü bu) hem de halkın ekonomik çözüm arayışları için yabancı bir ülkeye çalışmaya gitmesinin neden olduğu bireysel ve toplumsal yıkımları perdeye taşıyor ve bu anlamda takdir edilecek bir çaba göstermiş oluyor. Senaryonun aslında tam da bu nedenle zaman zaman yorduğunu vurgulamak gerekiyor; o kadar çok şey anlatmaya çalışıyor senaryo ve bunu 1.5 saat gibi tüm bu temalar için yetersiz bir sürede yapmayı deniyor ki sonuçta bir süre sonra peş peşe oluşan olayları izler durumunda buluyorsunuz kendinizi. Bunun sonucu ise güçlü ve önemli temalarının arada kaybolması oluyor zaman zaman. Köyde yaşananlar ve adamın Almanya’ya gitmesinin sonucu iki bağımsız filmin konusu olabilirmiş örneğin. Yine de bu kusuruna ve tema yoğunluğuna rağmen toprağa, emeğe, sevgiye ve kadına övgüsü ile dikkat çeken senaryonun kalitesinin sinemamızın ortalamasının üzerinde olduğu rahatça söylenebilir.

Sağ kesimden özellikle 1960 ve 70’li yıllarda çekilen Yeşilçam filmlerinin servet düşmanlığı yaptığı eleştirisi gelmiştir her zaman. Adı servet düşmanlığı mıdır bilmiyorum ama büyük bir kesimi yetersiz bir gelirle yaşayan bir topluma hitap eden bir sinemanın servet sahipliğine övgü dizmek yerine hemen tüm dram filmlerinde zenginleri “kötü” karakterler ile simgeleştirmesi oldukça anlaşılabilir bir durum. Bu film de halkın haramsız servet olmaz yaklaşımı ile desteklediği bir biçimde, servete değil insanca yaşamaya yeterli olacak bir varlık için emek harcamaya övgü diziyor. Türkan Şoray’ın elindeki toprağı koklayan Kadir İnanır’ın görüntüsü veya büyümekte olan ekinlerin yarattığı coşku hikâyenin bu yaklaşımının örnekleri olarak verilebilir. Köy öğretmeninin aydınlığını cahilliklerinin etkisi ile ve dinsel yanı da olan tahriklere kapılarak hareket eden köylülerin davranışları ile kıyaslayan bir biçimde karşımıza getiren hikâyede tam bir Cumhuriyet çocuğu olan Safa Önal’ın izlerini bulmanın doğal olduğunu da söyleyelim.

İlk gidişinde elinde tahta bir bavul ile yola çıkan adamın Almanya’ya ikinci seyahatinde evinden deri bavul ile çıkması aracılığı ile anlatılan dönüşüm özellikle 70’li yıllarda Türk toplumunda Almancılar üzerinden yaşanan değişimin de sembolü oluyor. Adamın birbirine tamamen zıt iki dünya -köy ve Almanya- arasında yaşadığı ikilem filmin trajik sonunun da hazırlayıcısı oluyor. Bu son trajik olduğu kadar da biraz fazla zorlama ile oluşan bir son aslında ama Yalçın Tura’nın “Hasretinle Yandı Gönlüm” şarkısının sözleri eşliğinde batan güneşe doğru yürüyen bir Türkan Şoray görüntüsüne sahip olan bir final kendisini bağışlatabilir yine de.

Teknik yetersizliğin tam bir dışavurumu olan oyuncak arabalı kaza sahnesi gibi aksamalara takılmadan ve senaryonun tıkabasa durumu bir kenara bırakılarak seyredilmesi gereken film, “Evvel yükseklerden uçup şimdi düze inen gönüllerin” hikâyesi olarak da görülebilir aslında. Aşkın dış koşullara ne kadar dayanabileceğinin de incelemesini yapıyor bu hikâye ve senaryo nedeni ile nispeten ikinci planda kalsa da hayli başarılı oynayan Kadir İnanır ve belki yönetmenliğe konsantre olması nedeni ile en iyi oyunlarından birini vermeyen ama özellikle gözlerindeki aşkı gösterdiği sahnelerde çok çarpıcı olan Şoray filmi sürüklerken bir yandan da sinemamızın en muhteşem çifti olduklarını bir kez daha gösteriyorlar.

(Visited 9.405 times, 87 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir