Dramma Della Gelosia (Tutti i Particolari in Cronaca) – Ettore Scola (1970)

“Aşk acısı çekmek ile sınıf acısı çekmek bağlantılı mıdır? Yalnız hissetmemek için, kişisel bir duruma daha geniş, Marksist bir açıklama getirmeye çalışıyorum. Sen sendikamın sekreterisin. Tek başımayım. Yoldaşlarımın yanında bile yalnızım ve bu doğru değil. Mantığımı izle: İnsanların çektiği acı ekonomiyi elinde tutan sınıfın egemenliği tarafından belirlenir. Adelaide’ı benden zengin bir adam aldı. Kendimize şunu sormalıyız: Zengin Ambleto di Meo benim seviyemde olsaydı, hatun beni bırakır mıydı? Benim cevabım hayır. Senin bu konudaki siyasî fikrin nedir?”

Kendisinden yaşça büyük bir kadınla olan evliliği kötü giden bir duvarcı ustasının genç bir çiçekçi kadına âşık olmasının ve bu aşka kadına âşık olan genç bir pizza ustasının da dahil olması ile yaşananların hikâyesi.

Yüze yakın filmde birlikte çalışan senarist ikili Agenore Incrocci ve Furio Scarpelli’nin orijinal hikâyesinden yola çıkan senaryosunu Incrocci, Scarpelli ve Ettore Scola’nın yazdığı, yönetmenliğini Scola’nın yaptığı bir İtalya ve İspanya ortak yapımı. Başrollerde bu rolü ile Cannes’da ödül kazanan Marcello Mastroianni’nin yanı sıra, Monica Vitti ve Giancarlo Giannini’nin yer aldığı film 1960’larda hayli popüler olan “İtalyan Usulü” filmlerin tarzında bir komedi ve bu komedilerin hemen tümünde olduğu gibi hikâyesine toplumsal, sosyal ve politik konuları da dahil eden ilginç ve hayli eğlenceli bir çalışma. İtalya’ya işçi sınıfını da dahil ederek hayli eleştiri getiren film, Scola’nın sosyal ve politik duyarlılığının etkilerinin hissedildiği ve bir popüler güldürünün içine bu duyarlılıkların başarılı ve eğlenceli bir şekilde yerleştirilebilmesi ile ilgiyi hak eden bir çalışma.

Mastroianni 1961’de “Divorzio All’italiana” (İtalyan Usulü Boşanma – Pietro Germi) ve 1964’te “Matrimonio All’italiana” (İtalyan Usulü Evlilik – Vittorio de Sica) adlı filmlerin başrollerinde oynamış ve hayli popüler olan o filmlerin etkisi ile, 1970 yapımı bu film de bazı ülkelerde “İtalyan Usulü Kıskançlık” adı ile gösterime girmişti. Gerçekten de hem bir kıskançlık filmi bu hem de hayli İtalyan; ama bu İtalya’ya özgü halinden yola çıkarak evrensel bir hikâye anlatıyor ve kıskançlık boyutu da en azından Akdeniz ülkelerinde de sıklıkla görülecek içeriği ile sadece İtalya’ya ait olmaktan çıkıyor.

Hikâye boş bir haldeki görüntü ile başlıyor ve bir adamı meyve sebze kasalarını taşıyan bir adamı görüyoruz. Buradan aynı halde polisin yürüttüğü bir olay canlandırmaya geçiyor Scola. Elleri kelepçeli bir adamın birisini bıçakladığı ânın tekrarı bu ve o olayın üç kahramanından ikisi bu canlandırmanın parçası. Üçüncüsü ise orada değildir ve neden olamadığını hikâye ilerleyince anlıyoruz. Bu sahnede ilk örneğini gördüğümüz bir şekilde, karakterlerin sık sık bize doğrudan hitap ederek yaşananları anlattığı ya da başkalarına yaptıkları anlatımların seslerinin bize yansıdığı bir film bu. Oldukça akıllıca bir seçim olmuş ve pek çok farklı karakter için kullanılan bu yöntem seyirci olarak bizi hem hikâyenin hem de kahramanlarının bir parçası yapıyor. Bir İtalyan filminden, özellikle de komedisinden beklenecek ölçüde karakterlerin bolca konuştuğu bu hareketli filmin bu seçimi hikâyeden kopmamamızı sağlıyor ve bizi eğlenceye ortak ediyor kesinlikle.

Duvarlarda emperyalizm, devrim, işçiler, burjuva, NATO, yoldaşlar, kapitalizm vb. sözcüklerle oluşturulmuş sloganların bolca yer aldığı ve İtalyan Komünist Partisi’nin hayli güçlü olduğu yıllarda geçiyor hikâye. Mastroianni’nin canlandırdığı duvarcı ustası Oreste partinin aktif üyelerinden. Scola partinin bir mitinginin gerçek görüntüsünü ve polisle çatışma çıkan eylemlerden çeşitli görüntülere Ostre’yi ekleyerek etkileyici sahneler yaratmış ve filminin politik boyutunu sağlam tutmuş. Bu partinin bir eğlence etkinliğinde görüyor ilk kez Oreste, Monica Vitti’nin oynadığı Adeladie’ı. Genç kadın onu uzun süredir farklı yerde gördüğünü ve beğendiğini söyler adama ve öper. Bu öpücüğe tepkisi “Ya ceza olarak beni öptün ya da ben rüya görüyorum” olan Oreste kendisinden büyük ve önceki kocasından çocukları olan bir kadınla evlidir ve çok mutsuzdur. Aralarında süratle bir aşk başlar ama bu aşka bir pizza ustası olan Nello (Giancarlo Giannini) karışır bir süre sonra. Adeleide ve Oreste’nin gittiği bir pizzacıda çalışan Nello beğendiği kadına kalp şeklinde bir pizza yapar ve ortaya üçlü bir aşk çıkar. Her iki adam da kadına tutkulu bir şekilde bağlanırken, kadın ikisinden de vazgeçememektedir. Çözüm olarak Nello Danimarka ve İsveç’i örnek göstererek hep birlikte bir hayat kuracaklarını söylese de işler o kadar kolay değildir; çünkü özellikle Oreste’nin tarafında “İtalyan usulü bir kıskançlık” söz konusudur.

Senaryo yüksek sesle kahkaha atarak değil (gerçi birkaç kez bunu da yapıyor), yüzünüzde sürekli bir gülümseme ile seyrettirmeyi hedefliyor filmi ve açıkçası bunu tam anlamı ile başarıyor da. Üç ana karaktere de sıcak duygular beslemenizi sağlayan film kıskançlık ve aşk hikâyesini anlatırken, kahramanlarının davranışları ve değerlerini de içine katan bir İtalya eleştirisi de yapıyor. Turistik Roma imajına keyifli bir biçimde saldırıyor film; sahilde ve yollardaki çöpler (çöplerin ortasında absürt denecek bir piknik sahnesi bile var filmde), “Yoksul olduğu zamanlarda daha mutlu olan” İtalyanlardan bahseden turistler ve politikanın hayatın her ânında olması gibi unsurlarla film 1970 başlarından çekici bir İtalya resmi çiziyor bize. 1968’in (ve orada yaşanan “yenilgi”nin etkilerinin) henüz diri olduğu, 1969 ve 70’de İtalya’da hayatı ciddi olarak sekteye uğratan grevlerin gerçekleştirildiği (İtalya’nın o dönemi “Autunno Caldo” (Sıcak Sonbahar) olarak tanımlanıyor) bir dönemde işçi sınıfından karakterleri hikâyesinin merkezine koyan film, hiçbir anında bir politik mesaj kaygısına kapılmıyor doğru bir seçim yaparak. Oreste’nin kendisine “Benden ne istersen iste” diyen Adelaide’a “Pazar günü Komünist Parti’ye oy vermeni istiyorum” dediği sahnede olduğu gibi mizahının parçası yapıyor özellikle Oreste’nin politizasyonunu.

Farklı ögelerle mizahını hep koruyor film: Oreste’nin dertlerini hep dinlemek zorunda kalan iş arkadaşı Ughetto (Manuel Zarzo), Oreste’nin sembolü olarak kullanılan sinek, aşkın işçi sınıfındaki yeri (“İşçi tek bir şeye sahiptir, kadınına. Onu da elinden almak mı istiyoruz? Bu çok ciddi bir siyasî hata olurdu. Kadınımı benden almaya çalışan olursa, onu öldürürüm. Onu öldürürüm, şakası yok!”), Mao posterinin altında seks, pizzacıdaki yüzleşme sahnesi, hastanedeki terapi bölümü ve oteldeki “üçlü deneme” sahnesi gibi eğlenceli çok yanı var hikâyenin. Tüm bunları seyirciden kahkaha almayı hedefleyen bir kaba komedi ile anlatmıyor film ve derinliğini hep koruyor. Çekimlerden bir yıl sonra geçirdiği bir trafik kazası sonucu hayatını kaybeden İspanyol güreşçi (Bizde Amerikan güreşi olarak bilinen spor) Hercules Cortez’in canlandırdığı “yeni zengin” tiplemesi 1960’larda hızla kalkınan İtalya’da ortaya çıkan “yeni zengin”lerin bir örneği olurken; Oreste’nin el parmaklarındaki ve her biri bir emekçi olarak çalışmasının sonucu olan problemlerden eylemcilerin arasına temizlik işçisi kıyafeti ile karışan polislere ve zenginlerin tarihî Roma’ya egemen olmasına (FIAT’ın kurucusu Agnelli ailesinin Roma’ya araçları ile hâkim olmasına yönelik hoş bir diyalog var filmde) film düzeyini hiç düşürmüyor ve eğlendirirken düşündürüyor klişe bir ifadenin altını tam anlamı ile doldururken.

Yeşilçam usulü kovalamaca oynayan âşıkların eğlenceli anlar yarattığı filmde üç başrol oyuncusu da çok parlak performanslar veriyorlar. Mastroianni Cannes’daki ödülünü hak ettiğini komedi ile dramı birleştiren parlak peformansı ile kanıtlarken, Monica Vitti Antonioni filmlerine onca hizmet eden “soğuk ve entelektüel” imajının tam zıddı olan bir karakteri aynı etkileyicilikteki inandırıcılıkla getiriyor karşımıza. Dönemin genç oyuncularından Giancarlo Giannini de hareketli ve eğlencesini hep koruyan performansı ile onlardan hiç geri kalmıyor ve önemli bir katkı sağlıyor hikâyeye. Bizde özellikle 1970’li yıllarda Kemal Sunal’ın bazı filmleri ile Yeşilçam’ın da el attığı, sosyal komedi diye adlandırabileceğimiz türün parlak örneklerinden biri ve başyapıt olmasa da, kesinlikle önemli bir çalışma bu.

(“The Pizza Triangle” – “Jealousy, Italian Style” – “A Drama of Jealousy (and Other Things)” – “Kıskançlık Dramı”)

(Visited 220 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir