Eylül Fırtınası – Atıf Yılmaz (2000)

“Çocuk! Çocuk! Çıkınca güneşe bak bizim için!”

12 Eylül darbesinin karanlık günlerinde annesi tutuklu ve babası kaçak olan bir çocuğun hikâyesi.

Sinemamızın ustalarından Atıf Yılmaz’ın sondan bir önceki filmi. Ülkenin üzerinde bıraktığı kalıcı politik, toplumsal ve ekonomik izleri her gün daha da belirgin olarak ortaya çıkan 12 Eylül darbesi üzerine sinemamızın henüz tam bir başyapıt ortaya koyamadığı açık. 90’larda yetersiz olsa da sayıları artmaya başlayan ama ancak 2000’li yıllarda yeterince olgunluğa erişmiş filmlerde sinemamız hem darbeyi hem de darbenin neden olduğu dönüşümü anlatmaya çalıştı. Yılmaz’ın 2000 yılında çektiği bu filmi Türk sinemasının kimi hastalıklarından muzdarip olan ama yine de saygıyı hak eden bir çalışma.

Tamer Çıray’ın kendi başına hayli başarılı olan ama kimi anlarında gerek kullanım biçimi gerekse sahnelerin altını çizme telaşı ile aldığı biçim filmin kendisi için de çok uygun bir referans aslında. Film bir yandan yönetmenin ustası olduğu kasaba filmlerine dönüşün bir örneği olurken ve bu bağlamda Yılmaz’ın kimi başarılı sahnelere imza atmasına imkân verirken, diğer yandan kimi klişeleri ile rahatsız ediyor. Örneğin kasabanın çember sakallı namus bekçisinin ve askeri yönetimin disiplininin günlük hayattaki örneği olan öğretmenin hemen tüm sahneleri ve diyalogları tipik bir Yeşilçam filminden farklı değil. Diyalogların zaman zaman vasata kaymasının örneği sadece bu karakterlerin sahneleri ile de sınırlı değil üstelik. Eve baskın yapan polislerden birinin küçük çocuğa sarf ettiği ve Türk Devleti ile alay etme konulu cümleler örneğin, fazlası ile zorlama ve sakil duruyor. Bu klişelerden sıyrılamayan film insanları da fazlası ile iyi ve kötü olarak ikiye ayırıyor. Tüm karakterlerin bu derece siyah ve beyaz olarak zıt kutuplarda gösterilmesi de filme zarar veriyor elbette. Filmde Deniz Türkali’nin oynadığını duyunca kafanızda nasıl bir karakter canlanacaksa, senaryo tam da bu rolü biçiyor oyuncuya; güçlü ve serbest kadın. Senaryonun bir kısmı kaynaklandığı romandan, Habib Bektaş’ın Gölge Kokusu adlı romanı, gelen bu klişelerden kurtulamaması rahatsız ediyor seyredeni sonuç olarak.

Filmin başardıkları da var elbette. Atıf Yılmaz, küçük kasaba insanları üzerine olan hemen tüm filmlerinde olduğu gibi yine kimi anlarda hayli etkileyici olmayı başarıyor. Özellikle başta Kutay Özcan olmak üzere çocuk oyunculardan aldığı performans ile ortaya koyduğu sahnelerde ustalığını gösteriyor. Baş karakter olan küçük Metin’i canlandıran Özcan’ın sinemamız için nadir örneklerden birini teşkil edecek başarılı oyunu, yönetmenin çocuk karakteri üzerinden duygusal yanı güçlü ama bu yanı dozunda tutulmuş, keyifli ve sonuç olarak etkileyici sahneleri karşımıza getirmesine aracılık ediyor. Büyüklerin “sert” dünyasında hayatı anlamaya çabalayan bir “saf” karakterin hikâyesi tanımı açısından etki gücü yüksek elbette ama bir çocuk şarkısının bir protest şarkıya üstelik de korkulanın aksine rahatsız edici olmadan dönüşebilmesinin gösterdiği gibi filmi seyre değer kılan asıl unsur Yılmaz’ın sahip olduğu yılların tecrübesi olsa gerek. Tarık Akan’ın rolünün hakkını verdiği, Zara’nın ise karakterinin hapishane ve sonrasındaki kötü günlerinde etkili ama filmin ikinci yarısında kimi sahnelerde hayli aksayarak oynadığı film Yılmaz’ın en iyi çalışmalarından birisi değil şüphesiz. Yine de sert bir konuyu, kasaba mizahını eksik etmeden ama bu mizahı konunun sertliğine zarar vermeden kullanarak anlatabilme becerisini gösteren ve “Babam ve Oğlum” filminden daha önce politik sürgünlerin döndükleri Ege kasabalarında baba evlerindeki hikâyeleri aracılığı ile yaşam, idealler, sorumluluklar ve kabul etmek ile direnmek çelişkisi konuları üzerinde düşüncelere sevk eden film sinemamızın henüz az sayıda olan 12 Eylül filmleri arasındaki mütevazi yerini almayı başarıyor.

(Visited 143 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir