“Mükemmel bir cinayetin dostluğumuzu bunca yıldır ayakta tutması ne dokunaklı, değil mi?”
Bir sahte medyum ve erkek arkadaşının bir mirasçının izini bulmaya çalışırken, insan kaçırarak aldıkları fidyelerle zengin olan tehlikeli bir çiftle karşılaşmalarının hikâyesi.
Victor Canning’in 1972 tarihli “The Rainbird Pattern” adlı romanından uyarlanan bir ABD yapımı. Senaryosunu Ernest Lehman’ın yazdığı film usta yönetmen Alfred Hitchcock’un son çalışması olması açısından ayrıca önemli olan, gerilim ile kara mizahı eğlenceli bir şekilde bir araya getirebilen, sinemacının yeteneklerine son bir kez tanık olmamızı sağlayan ve söz ya da görsel içerikli oyunları ile seyirciyi kendisine hep bağlı tutan bir çalışma. Kimilerince yeterince Hitchcok olmamakla eleştirilen film onun önceki yapıtlarından bazı açılardan ayrılıyor olsa da, sinemaya hoş bir veda etmesini sağlamış yönetmenin kesinlikle.
Filmin orijinal adı olan “Family Plot” İngilizcede aynı aileden bireylerin gömülmesi için bir mezarlıkta ayrılan alan için kullanılan bir ifade ve aynı zamanda aile içinde geçen bir hikâyenin olay örgüsü anlamına da geliyor. Filmin hikâyesi de gerçekten uygun bu tanımlamalara: Bir mezarlıkta yan yana yer alan ve aynı aile üyelerine ait olan üç mezardan biri hikâyenin anahtarlarından birini oluştururken, aile içinde tutulan bir dramın yıllar sonra nasıl ortaya çıkıp bir kaosa, ama eğlenceli türden bir kaosa neden olduğunu anlatıyor film. John Williams’ın korku/gerilim motifleri ile süslü müziği ile açılan hikâyenin başında, sahte olduğunu Hitchcock’un bize hemen söylediği bir kadın medyumun (Barbara Harris) aracı bir ruhun yardımı ile karşısındaki yaşlı kadının ölü kız kardeşi ile konuştuğunu görüyoruz. Yaşlı kadın vicdan azabı çekmektedir çünkü yıllar önce, kardeşinin evlilik dışı yaptığı çocuğunun evlatlık verilmesini sağlamıştır ailenin ününün lekelenmemesi için. Medyumdan beklediği ise şimdi 40 yaşlarında olan çocuğun bulunması ve tek mirasçısı olduğu ailenin ismini sürdürebilmesidir. Sevimli sahtekârımızın bu işteki yardımcısı hem sevgilisi olan hem de birlikte sık sık iş yaptığı bir taksi şoförüdür (Bruce Dern). Hitchcock’un zorlama görünen ama bir o kadar da tam da bu yüzden eğlenceli olan bir karşılaşmada ve iki tarafın da fark etmeyecekleri bir şekilde ilk kez aynı sahnede gösterdikleri bir başka çift ise onlar kadar “masum” değildir. Mücevher satıcısı olan bir adam (William Devane) ve sevgilisi (Karen Black) ise zengin veya ünlü kişileri kaçırarak fidye alan bir ikilidir ve özellikle adamın kötücüllüğü hayli tehlikelidir. Mirasçı çcocuğu arama süreci bu iki çifti yavaş yavaş bir araya getirirken, her iki tarafın da yanlış anlamaları ile işler iyice karışacaktır.
Ernest Lehman’ın başta karanlık yanı çok daha ağır olan ve bu açıdan romana daha bağlı olan senaryosu Hitchcock’un ısrarı ile yumuşatılmış ve eğlencesi de öne çıkarılmış. Yine aynı tercihin uzantısı olarak, romanda gerçekten psişik güçleri olan medyum karakteri filmde bir sahtekâra dönüştürülmüş ve dört ana karakterin kitapta hayli vahşi olan sonları burada bambaşka bir şekil almış. Hitchcock’un ısrarı sadece filmin değil, Lehman’ın da lehine olmuş anlaşılan; senarist “Mystery Writers of America” (Suç ve gizem unsurları üzerine kurulu eserler veren yazarların kurduğu bir örgüt) tarafından verieln en iyi senaryo ödülünün sahibi olmuş bu çalışması ile. Bu hafifletme tercihi aslında Hitchcock’ta daha önce de olan bir eğilimin ileri noktalarından biri olarak gösterilebilir. Açılış sahnesinde medyumun sahtekârlığının hemen belli olması (Harris’in parlak performansının ilk örneğini görüyoruz burada) ve aynı kadının finaldeki göz kırpması bir bakıma Hitchcock’un, kendisinin de dahil olduğu sinemacıların anlattığı hikâyeler ile dalga geçmesi olarak görülebilir. Bu ilk sahnenin hemen sonrasında da beklenmedik bir akışı tercih ediyor film; seyircide oluşan beklenti; medyumun erkek arkadaşının aranan mirasçı rolüne girmesiyken (sonuçta yaşlı kadını ikna edecek kadar fazla bilgiyi yaşlı kadın kendi ağzından söylemiş durumda), senaryo farklı bir şekilde ilerliyor ve adam çocuğu bulup 10 Bin Dolar değerindeki (bugünkü karşılığı ile yaklaşık 51 Bin Dolar) ödülü kazanmak için medyumla birlikte harekete geçiyor.
Bruce Dern’in eğlenceli performansı ile renklendirdiği şoför karakteri tam bir amatör dedektife dönüşüyor ve bizi de keyifli bir aksiyon ve maceranın içine sokuyor hikâye ilerledikçe. Onun bu macera sırasında karşılaştığı benzinci adam (Maloney adındaki bu karakteri filmin en güçlü oyunculuk performansını gösteren Ed Lauter canlandırıyor) hikâyeye zenginlik katarken, tüm karakterlerin en önemli motivasyonunun para olduğunu da sürekli hatırlatıyor bize film. Senaryo son bölümlerini dört ana karakterini karşı karşıya getirdiği bir yüzleşme ve mücadele içinde anlatarak seyirciye hem heyecan hem de eğlence sağlıyor. Buna karşılık filmde Hitchcockseverlerin “işte tam bir Hitchcock sahnesi” diyebileceği türden fazla an yok. Bu bakımdan öne çıkan özellikle piskopos kaçırma sahnesi oluyor; buna hiçbir şey olmaması ile gerilimi daha da artan cafe sahnesini ve sözlere de yansıyan mizahın bedensel karşılığının da bulunduğu “freni tutmayan araba” bölümünü ekleyebiliriz Hitchcock’un izlerini taşıyan anlar olarak. Yönetmenin kendi filmlerinde çok kısa bir rolde (genellikle birkaç saniye süren “cameo” roller bunlar) görünme geleneğine burada da uyduğunu ama bu kez genelde olduğunun aksine başlarda değil, yaklaşık 40. dakikada bir kapının buzlu camının arkasındaki siluet olarak göründüğünü de belirtmiş olalım.
Komedi ile gerilim arasındaki geliş gidişleri iyi ayarlanmış ve yönetmenin titizliğinin göstergeleri ile dolu bu filmin finali özellikle de katıksız Hitchcock hayranlarını yeterince tatmin etmeyebilir ama filmin genel atmosferine uygun bir seçim olmuş gördüğümüz. Anlaşılan Hitchcock -bunu doğal olarak bilmiyor olsa da- bu son filminde seyircisini hem şaşırtmayı hem de kendisinden beklenenleri karşılamayı hedeflemiş ve ulaşmış da bu amacına kuşkusuz. Bir Shakespeare oyunundaki karakterleri andıran mezarcıyı gördüğümüz ve görselliği ile de hayli çekici mezarlık sahnesine ve kilisedeki kaçırma sahnesinde cemaatin hareketsizliğine de dikkat çekilmesi gereken film Hitchcock’un sinemaya hoş bir vedası. Görülmeli!
(“Aile Oyunu”)