Giant – George Stevens (1956)

“İnsan bu kadar toprağa ancak başkalarının elinden alarak sahip olabilir”

Uzun yıllara yayılan ve büyük çiftlik sahipleri ve onların petrol ile başlayan dönüşümlerini Teksaslı bir aile üzerinden anlatan bir hikâye.

Amerikalı yazar Edna Ferber’in bir romanından uyarlanan bu epik havalı film Rock Hudson, Elizabeth Taylor ve James Dean önderliğindeki zengin bir kadro, iki yüz dakikayı aşan süresi, hikâyesinin yirmi yılı aşan bir süreye yayılması ve görkemli görüntüleri ile adı gibi “dev” bir eser. Yönetmen George Stevens’ın filmine büyük bir özen ve sevgi ile yaklaştığı filmin her karesinde kendini belli ediyor ve yönetmen aldığı Oscar ödülünü hak edecek bir şekilde filmini çoğunlukla geleneksel sinema kalıpları içinde ama hayli özenilmiş ve titiz bir mizansenle ve arada az da olsa başvurduğu küçük ama etkili yenilikçi denemeler ile anlatıyor.

Evet, dev bir film bu. Dev çiftlikler, malikâneler, uçsuz bucaksız topraklar, sonsuz bir gökyüzü, petrol kuyuları, binlerce sığır ve dev oyuncular aracılığı ile filmin adının altı tam anlamı ile dolduruluyor film boyunca. Fazlası ile uzun süresi ve bu süreye sığdırılan hikâye düşündüldüğünde filmi örneğin Dallas gibi bir dizinin sinema versiyonu olarak görmek mümkün; sanki yıllarca süren bir dizinin özetini seyrediyor gibi hissediyorsunuz. Böyle olunca da bir süre sonra film yormaya başlıyor seyredeni ve bir gelişmeyi tam anlamı ile sindiremeden bir başkası getirilince önünüze siz de “düşünmeden seyretmeye” başlıyorsunuz. Çiftlik sahiplerinin keşfedilen petrol ile zenginleşmesine, kadın hakları, ırkçılık gibi pek çok yan tema da eklenmiş ama film pek çok aşk hikâyesi içermesine rağmen aşkın “büyüklüğünü” aktarmakta yetersiz kalıyor. Hudson-Taylor ilişkisinde bir büyülü yan getiremiyor bize film veya benzer bir şekilde Dean’ın Taylor’a duyduğu hislerin ne olduğunu anlamamanız için film elinden geleni yapmış sanki. Her unsurunu devasa boyutlarda ele alan film aşkın boyutlarını neden bu kadar belirsiz bırakmış, anlamak pek mümkün değil. Hudson-Taylor-Dean gibi bir üçlüyü karşımıza getiren bir Hollywood filminden –bizi alıştırdıkları üzere- dev aşklar bekliyoruz doğal olarak.

Rock Hudson ve James Dean’ın tuhaf aksanlarla –Teksas aksanı olsa gerek- konuştukları filmde Hudson aksamıyor ama filmdeki karakter için doğru isim o muydu tartışılır. Daha sert bir profil sergileyecek bir oyuncuya daha uygun bu rolünde Hudson’ın işte tam da bu nedenle en başarılı olduğu sahneler adeta bir Hudson-Doris Day filminden alınmışa benzeyen ve Taylor ile arasında yatak odasında geçen konuşma bölümü ve kavga ettiği ve filmin de kimi komik anlarına kaynaklık eden bölümler. Elizabeth Taylor’ın performansında özel bir yan yok ve özellikle ikinci yarıda epeyce arka planda kalıyor. Filmin yıldızı ise James Dean kesinlikle. Sanatçı filmin yaklaşık son üçte birlik bölümündeki yaşlı halinin başarısız bir makyajın da hayli yadırgatması ile olmamışlığı bir yana bırakılırsa göründüğü her karede parlıyor. Gizemli, yakışıklı, serseri, kırılgan ve çocuksu kelimeleri ile özetlenebilecek oyunculuğu ile sinema hayatının bu son filminde külte dönüşmüş o ünlü pozunu da veriyor; arabasının arka koltuğunda otururken bacaklarını ön koltuğa uzatmış ve başında kovboy şapkasının olduğu kare sinemanın en unutulmaz karelerinden biri olsa gerek. Buna karşılık Dean’in yaşlı halinin alkolik bir mafya babası görüntüsü var ki hiç yakışmamış filme. Onun su kulesinin tepesine çıktığı ve çatlamış topraklardan oluşan “krallığına” baktığı sahne yönetmenin filmde yarattığı kimi etkileyici sahnelerden biri.

Meksika kökenlilere karşı gösterilen ırkçılığı sık sık ve doğrudan eleştiri konusu yaparak takdiri hak eden film zenginlerin fırtınada kaçışmasını gösteren sahnesi ile –bilinçli veya bilinçsiz olarak- açık bir zenginlik/gösteriş eleştirisi de yapıyor. Yine de bu eleştirisinin dozunu düşüren bir yaklaşımı var filmin. Örneğin yeni zenginin yeni tesislerinin açılış sahnesi nerede ise girişimciliğin/kapitalizmin kutsanması olarak algılanmaya açık. Bir başka örnek olarak da lokantadaki kavga sahnesi gösterilebilir. Burada kavganın tek nedeni bir ırkçı yaklaşım olsa da film bu sahneyi karikatürize ederek kendi yaklaşımına zarar veriyor.

Özetle bu dev film, klasik Holywood çerçevesi içinde kalsa da kimi farklılıkları ile dikkat çeken, üç büyük yıldızının çekiciliğine sahip ve belki biraz fazla uzun ve zaman zaman onca olayı anlatmaya kalktığı için senaryosu sinopsis havası taşıyan ama ne olursa olsun görülmesi gerekli bir çalışma. Genç bir James Dean’ın “güzelliği” ve yönetmeninin kimi ilginç tercihleri için. Ne olursa olsun, bir cenaze töreninde töreni uzaktan seyreden Meksikalı küçük çocuğun esnemesi gibi İtalyan Yeni Gerçekçiliğinden izler taşıyan bir karakteri o dönem Amerikan filmlerinde bulmak imkânsız çünkü.

(“Devlerin Aşkı”)

(Visited 541 times, 7 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir