“Bana böyle palavra sıkma, Hector! Bana bir bak. Daha 18 yaşında bile değilim ve hayatım şimdiden berbat. Bana öyle palavra sıkma. Her şey yoluna girecekmiş!”
Yıllardır İskoçya’da sokaklarda yaşayan yaşlı bir adamın her yıl olduğu gibi Noel’i evsizler barınağında geçirmek üzere Londra’ya yaptığı yolculuğun ve on beş yıldır görüşmediği ailesi ile iletişim kurmasının hikâyesi.
Jake Gavin’in yazdığı ve yönettiği bir Birleşik Krallık yapımı. Bu ilk yönetmenlik çalışmasında, sokaklarda yaşayan bir adamın Noel döneminde yaptığı bir yolculuğu anlatıyor Gavin ve İskoç aktör Peter Mullan’ın sağlam performansının önemli katkısı ile “evsiz”lerin hayatını ikna edici bir dürüstlükle perdeye taşıyor. “Ken Loach usulü bir Noel filmi” olarak tanımlanabilecek yapıt, Loach’un hatırlatan ve uyaran içeriklerine karşın çok daha yumuşak bir tarz tutturmayı tercih ederek, zaman zaman bir “kendini iyi hisset” filmine dönüşüyor ve ele aldığı konuyu ağırlıklı olarak bireysel bir meseleye dönüştürerek kendi gücüne zarar veriyor. Aslında bir fotoğraf sanatçısı olan Gavin’in görüntü yönetmeni David Raedeker ile birlikte yakaladığı görsellik ise hikâyenin atmosferine uygun ve güzelliğini hikâyenin önüne geçirmemesi ile çok başarılı.
Ken Loach’un 1991 tarihli “Riff-Raff” (Ayak Takımı) filminin ana karakteri bir evsizdir. O filmde yan rollerden birini canlandıran Peter Mullan yedi yıl sonra, 1998 yılında yine Loach’un “My Name is Joe” (Benim Adım Joe) adlı yapıtında başroldeydi ve işsiz bir Glasgowlu karakteri canlandırmıştı. Gavin’in bu ilk yönetmenlik çalışmasını bir tür “Ken Loach usulü bir Noel filmi” yapan Peter Mullan’ın varlığı değil sadece kuşkusuz. Baş karakterlerini toplumun alt sınıflarından seçmesi, bu karakterleri evsizlik gibi Birleşik Krallık’da hayli önemli boyutlarda olan bir sorunun etrafında bir araya getirmesi ve gerçekçiliğini hep koruması bu filmi asıl olarak Loach’un sinemasına yaklaştıran. Ne var ki benzerliği olması gerektiği boyuta taşıyamıyor veya taşımamayı seçiyor Gavin. Bir ölüme rağmen, hikâye yeterince ya da olması gerektiği kadar sert değil ve bu içeriği ile bir Noel iyimserliğine bürünüyor sık sık. Evsizlerin hikâyeleri kuşkusuz ki birbirinden çok farklıdır ve bunların içinde bireysel sorunlardan (ya da tercihlerden) dolayı bu hayatın içine düşenler veya bu şekilde yaşamayı seçenler de vardır. Buradaki hikâyenin kahramanı da onlardan biri ve onların da hikâyeleri anlatılmayı hak ediyor kuşkusuz ama bu derece yakıcı bir sorunun ana nedenlerinden biri olan sosyal ve ekonomik düzenle ilgili sıkıntılara en azından yan karakterler üzerinden bile değinmemek doğru olmamış. Bu hâli ile film bir Loach filminden çok, Amerikan sinemasına yakın duruyor.
Sokakta yaşamanın zorluklarını gösteriyor film ama çok yeni şeyler söyleyerek yapmadığı gibi bunu, işte yine o Noel iyimserliği ile iyi yürekli insanlarla dengeliyor gösterdiği olumsuzluğu. Anlaşılan Gavin umut veren, en azından umudu hep diri tutan bir hikâye anlatmayı tercih etmiş. Ortaya çıkan sonuç da, bu tercih açısından değerlendirildiğinde kesinlikle başarılı. Avustralyalı müzisyen Emily Barker’ın “Anywhere Away” adlı şarkısının eşlik ettiği jenerikten sonra, bir genel tuvalette kişisel temizliğini yapan bir adamı görüyoruz. Noel Baba kıyafetli başka bir adam, araçların üzerindeki çam ağaçları ve etraftaki kar Noel zamanı olduğunu söylüyor bize. Hikâyenin kahramanı Hector’dur tuvaletteki ve bir rahatsızlığı için doktora gittikten sonra, her yıl olduğu gibi Londra’ya yollanacaktır Noel’i bir evsizler barınağında geçirmek için. Kişisel trajedisinin ne olduğunu hikâyenin sonlarına doğru öğreneceğimiz Hector’u çok iyi huylu ve tüm o zor koşullar altında bile güçlü gösteriyor hikâye ki bu da on beş yıl önce verdiği kararın ve evsiz hayatını sürdürmesinin altını boşaltıyor bir bakıma. Bir Frank Capra karakteri adeta Hector ve bu açıdan bakıldığında, hikâyenin genel iyimserliğine de oldukça uygun düşüyor.
Hector’u tanıyan ve tanımayan karakterlerin ona ağırlıklı olarak iyi davranması filmin pozitif havası ile tutarlı ama biri önyargının sonucu olan, diğeri ise kötülüğün eseri olan iki ters davranış dışında, oldukça olumlu görünen bu havanın doğruluğu tartışmaya hayli açık. Bir Noel ilahisi eşliğinde, kameranın barınakta uyuyan evsizleri taradığı etkileyici ama fazlası ile naif sahnenin de gösterdiği gibi Gavin bu ilk filminde güvenli sulardan ayrılmamayı seçmiş ve iyimserliğini hep korumuş. Başroldeki Peter Mullan alkolik babası nedeni ile hayli zor geçen gençliğinde iki ayrı defa sokaklarda yaşamak zorunda kalmış birkaç gün boyunca. Oyuncunun bu kişisel tecrübeye ihtiyacı olmamıştır elbette bu hikâyedeki sağlam performansı için ama hikâyenin gereğinden fazla yumuşak olmasına rağmen, dürüst ve gerçekçi bir havayı da bir şekilde koruyabilmesinde onun önemli bir payı olsa gerek. Mullan karakterinin Glasgow’dan Londra’ya olan yolculuğu boyunca yaşadıklarını, bunlara karşı gösterdiği direnişi ve yaşamaya devam etme gücünü seyirci için inandırıcı kılarken, filmin dokunaklı havasının dozunun kaçmamasını da sağlıyor. Özetle söylemek gerekirse, kolay olanı seçen ama yine de ilgi ile seyredilebilecek bir film bu. Kaldı ki umudu ve iyimserliği korumanın, hele bir de dayanışma ruhu da içerirse kimseye zararı yok. Barınma evindeki genç evsiz Ted’in hikâyesi ise Ken Loach tarafından anlatılmayı bekliyordur…