“Geceyarısı demiryolu boyunca oradan oraya amaçsızca gidip gelen yurtsuzlar, hiç kalp kırmadan çekip gidenler, gece, yük vagonlarında yük vagonlarında yük vagonlarında sigaralarını yakanlar”
Beat kuşağının ünlü şairi Allen Gingsberg’in onun en ünlü şiiri ve filme de adını veren “Howl” adlı eseri üzerinden anlatılan hayat hikâyesi.
Rob Epstein ve Jeffrey Friedman ikilisinin birlikte yönettiği film yapıtlarının tümü müstehcenlik suçlaması ile karşılaşan ABD’li şair Gingsberg’in hayatını ve sanatını, onunla yapılmış bir belgesel çekimin canlandırıldığı bir bölüm, “Howl” adlı şiirinin yargılandığı duruşmanın tutanaklarınden birebir aktarılmış bir başka bölüm, sanatçının hayatından kimi anları aktaran siyah-beyaz kurgu sahneleri ve şiirin şairi canlandıran James Franco’nun sesinden aktarıldığı animasyon bölümleri ile anlatıyor seyirciye.
Epstein ve Friedman ikilisi bir kısmını birlikte çektikleri belgesel filmlerde ağırlıklı olarak “marjinal” kesimlerin ve özellikle de eşcinsellerin dünyasına ve eşcinselliğe odaklanmışlardı. Birlikte çektikleri bu ilk uzun metrajlı sinema filminde de yine bir eşcinsel şairi konu edinmişler ve ortaya çarpıcı, değişik ve bir parça karışık bir eser koymuşlar. “Bane ne şok tedavisi yapıldı ne de terapi çünkü doktora heteroseksüel olacağıma söz vermiştim” cümlesi ile hayatının eserlerine de yansıyan yönünün çarpıcı bir özetini yapan şairin bugün bir edebi klasik olarak takdir gören “Howl” şiirinin görsel karşılığını üretmek ile sanatçının sanat anlayışının ve hayat ile ilgili algılarının sinemasal karşılığını üretmek arasında gidip gelen filmin bir de mahkeme salonunda geçen ve klasik sinemaya epey yakın duran bölümleri var. Şiiri resimlendiren ve “The Wall” ve “Vals im Bashir – Waltz with Bashir” fimlerinin tarzından epey ilham almış görünen animasyon bölümleri kendi başına ele alındığında kesinlikle çarpıcı bir görselliğe sahip. Özellikle şiirin iki numaralı bölümü “Molok” bu animasyon sahnelerde görsel keyfi hayli yüksek bir biçimde karşımıza getiriliyor ve etkilenmemek mümkün değil. Burada temel sorun bu çizgi sahnelerin filmin diğer kısımlarını nerede ise ezip geçen bir görsel baskınlığa ve örneğin mahkeme sahnelerinin klasik sinema anlayışı ile uyumsuz görünen bir zıtlığa sahip olması. Bu sorun bir kenara bırakılırsa animasyonların başarısının tadına çok daha iyi varılabilir gibi görünüyor.
James Franco’nun muhtemelen bugüne kadar verdiği (ve daha büyük bir ihtimal ile de vereceği) en iyi performansını gösterdiği filmde oyuncu özellikle şiiri okuduğu siyah beyaz bölümlerde çok başarılı. Alaycı, öfkeli ve acılı bir şairin kimliğini yüz ifadeleri ile çok etkileyici bir biçimde yansıtıyor bu bölümlerde Franco. Filmin kimi başarılı anlarının da bir kafede (sigara dumanının bir bulut gibi havada asılı durduğu) bu şiirin okunması sırasında gösterilenler olduğunu da belirtmeli. Bu sahnelerde şair kadar şiiri dinleyenlerin de odak noktasında olmasının filmin şair ve şiirine konsantre olan diğer bölümleri ile uyuşmazlık içinde olduğu açık ama yine de o dönemde “komün” odaklı bir yaşam tarzı tutturanların daha sonra kendilerinin sesi olduğunu düşünecekleri bir şiir ile ilk tanışmalarının büyüsünün görüntüler üzerinden bizlere de geçirilebiliyor olması yönetmenlerin takdiri hak ettiğinin en güçlü kanıtlarından biri. Bu bölümdeki dinleyici görüntülerinin “beat” bir havadan çok şıklık dolu bir hava taşıdığı açık ama bunu belki de filmin bir başka ve eleştiriye açık seçimi ile birlikte düşünmek gerekiyor. Gingsberg’i canlandıran Franco’nun sanatçının gerçek görüntüsüne göre fazlası ile “güzel” olmasının da örneğini oluşturduğu bir şıklık tercihi bu.
Sadeliği ile görüntülere sağlam bir zemin oluşturan Carter Burwell imzalı müziğin ve özellikle açılışta yer alan ve anlatılan kültürel yapılanmanın ayrılmaz bir öğesi olan sıkı caz müziğinin örneğinin de katkıda bulunduğu film yönetmenlerin belgesel geçmişinin izlerini taşıyan röportaj bölümü ile de dikkat çekiyor. Burada yönetmenler sanatçı ile yapılmış bir röportajı görselleştirmişler ve kendinizi adeta gerçek görüntülere tanınlık ediyor gibi hissetmenizi sağlamışlar. Amerikan edebiyatının bu büyük isminin “Howl” şiirini hatırlamak veya tanımak için çok iyi bir fırsat olan film bir parça fazla şık olsa da ve bir parça da üslup karmaşası içerse de ilginç bir sinema tecrübesi yaşatmaya aday bir çalışma.
(“Uluma”)