Miş’li Gelecek Zaman (El Futuro Perfecto) – Nele Wohlatz : Wohlatz’ın ilk uzun metrajlı konulu çalışması olan film yönetmenin favori sinemacıları olduğunu söylediği Robert Bresson ve Abbas Kiarostami’den esintiler taşıyan ve belgesel ile kurgu arasında bir yerde duran görünümü ile tam da bu festivale yakışan bir eser. Arjantin’e ailesinin yanına gelen Çinli bir genç kadının oradaki hayata uyum sağlama ve bir yandan çalışıp bir yandan da İspanyolca öğrenme çabasını getiriyor karşımıza. Başroldeki Xiaobin Zhang ve diğer amatör oyuncular nerede ise bir senaryo yokmuşçasına çekilmiş görünen, oysa yönetmeninin vurguladığı üzere hayli detaylı bir senaryo ile çekilmiş olan filmde sade ve doğal oyunları ile geliyorlar karşımıza ve filmin kendine özgü mizahının başarılı bir şekilde parçası oluyorlar. Türkçede ve filmdeki karakterlerin konuştuğu Mandarincede tam bir karşılığı olmayan bir zaman kipinden adını alıyor film ve bu şekilde derdinin dil ile onu konuşan bireyler arasındaki ilişki olduğunu vurguluyor. İspanyolca sınıfındaki derslerde tümü Çinli olan öğrencilerin öğrenmeye çalıştıkları dile uyum sağlamaya çalışırken yeni bir kimliğe girer gibi hissetmeleri üzerinden ilerliyor film ve bu sahnelerdeki küçük mizah anlarının yanısıra dil ile kimlik arasındaki ilişki üzerine de düşünmeye yöneltiyor seyircisini. Genç kadın ile tanıştığı Hintli erkeğin -birbirlerinin dillerini bilmemeleri nedeni ile- ikisinin de ana dili olmayan İspanyolca konuşarak anlaşmaya çalışmaları veya kadının evlenme teklifinde bulunan bu erkeğe ret cevabını onun anlamadığı Mandarince ile vermesi dilin hem yakınlaştırıcı hem de uzaklaştırıcı olabileceğinin vurguları olsa gerek. Minimalist, “düz” ama eğlenceli ve taze bir bakışı olan bir film.
(“The Future Perfect”)
Kalp Zamanı: Ingeborg Bachmann – Paul Celan Mektuplar (Die Geträumten) – Ruth Beckermann : Biri Avusturyalı, diğeri Romanya asıllı ve her ikisi de Alman dilindeki şiirin ustalarından olan iki büyük edebiyatçının birbirlerine yazdıkları mektuplardan yola çıkan bir Avusturya yapımı. Daha önceki filmlerinin biri dışında tümü belgesel türde olan yönetmen Ruth Beckermann’ın iki Avusturyalı oyuncuya (Anja Plaschg ve Laurence Rupp) bir kayıt stüdyosundaki mikrofon önünde bu mektupları okutmasına tanık oluyoruz filmde temel olarak. Ingeborg Bachmann ve Paul Celan’ın aralarındaki -yıllarca süren- iniş çıkışlı ilişkinin izlerini taşıyan mektupları okuyan iki oyuncu kayıt aralarında bazen bu edebiyatçıların ilişkisini tartışıyorlar, bazen de havadan sudan sohbet ediyorlar. Bu sohbetlerinde yönetmen oyuncularını serbest bırakmış ve onlar da doğaçlama olarak konuşurken, başlangıçta profesyonel mesafelerini okuyarak okudukları mektupların dünyasına hikâye ilerledikçe daha yakından bakmaya başlıyor ve karakterlerine yaklaşıyorlar iyice. Karşımızdaki bir kurgu film değil ve tam anlamı ile bir belgesel de değil aslında; yönetmen, Bachmann ve Celan kadar iki oyuncunun kendilerine de odaklanıyor ve bir yandan mektuplar üzerinden bir aşkın, Avrupa edebiyatının ve entelektüel hayatın izlerini sürerken, diğer yandan iki oyuncunun gerçekçi ve doğal performansları üzerinden onların karakterlerinin dünyasına girişini takip ediyor. Bir kurgu filminden beklenecek bir hikâyesi olmayan ve sık sık sadece mektupları okuyan iki oyuncunun yüzlerine odaklanan film herkese göre değil kuşkusuz; ama her ikisi de trajik biçimde ve erken yaşta ölen bu edebiyatçıları tanıyan ve özellikle de şiirlerini sevenler için oldukça dokunaklı olabilecek bir film bu. Belgeselin kurgu ile iç içe geçtiği, oyuncu ile oynadığı karakterin çizgilerinin birbirine değdiği bu film ilgiyi hak ediyor.
(“The Dreamed Ones”)