John Q – Nick Cassavetes (2002)

“Hastanede yönetim el değiştirdi. Bundan sonra sağlık hizmetleri bedava”

Oğlunun acil kalp nakli ameliyatını sigortasının yetersiz olması nedeni ile yapmayan hastanedeki doktor ve hastaları rehin alan bir adamın hikâyesi.

Hayata Amerikalı oyuncu Gena Rowlands ve yönetmen John Cassavetes’in oğlu olmakla şanslı bir başlangıç yapan Nick Cassavetes’in filmi ABD’de yoksul insanların aldığı sağlık hizmetlerindeki kalitesizlik üzerine trajik bir hikâye anlatıyor. Televizyon için çalışan James Kearns’e ait olan ve onun sinemadaki şimdilik bu tek senaryosu, televizyon dizi ve filmlerindeki gibi tek bir olayı ana odak noktası alarak filmin baştan sona ilgi ile izlenmesini sağlıyor ve araya sıkıştırdığı sistem eleştirileri ile dikkat çekiyor. Çekiyor ama bir Hollywood filmine kaynaklık ettiğini de unutmuyor ve sistemin içinden kolaycı bir çözüm bulup çıkarmayı ihmal etmiyor.

George Bush’un (oğul olan) başkanlığı döneminde çekilen film Obama’nın 2010’da yasalaştırmayı başardığı sağlık reformundaki ana maddelerden birini, sağlık sigortası sistemini ve yoksulların bu sistemden çektiklerini konu ediniyor temel olarak. Filmin “liberal” havası ve elbette sistemin ana malzemesine dokunmadan onun içinde çözümü bulan yapısı ile de hani nerede ise bu reformun kampanya filmi olarak kullanılabilecek kadar da Amerikalı bir havası var. Yine de filmin hakkını yememek lâzım; farklı sınıftaki insanların alabildikleri sağlık hizmetlerindeki kıyaslanamaz kalite farklılıklarını, sağlığın nasıl ticarileştiğini ve sonuçta yoksulun “pahalı” sağlık hizmetlerinden nasıl dışlandığını gerek diyaloglarında gerekse genel olarak hikâyesinde örnekleri ile sergiliyor. Burada eleştirilmesi gereken finaldeki çözümde “peki sistemin böyle devam etmemesi için ne yapmalı” konusuna hiç girilmeyip sistem içindeki birkaç bireyin iyiliği ile problemin halledilmesi. Hastane yöneticisi kadının gözyaşlarına daha fazla dayanamayıp aldığı karar örneğin, çok bireysel ve çok Amerikalı bir tavır. Filmden sonra bu kadının hayatına daha önceki katı profesyonelliği içinde devam edeceğine kuşku yok (senaryo bu konuda bir ipucu vermiyor ama böyle olacağı kesin) ama film bu konuda bir söylem üretmeyerek sistemin varlığına halel getirmiyor sonuç olarak.

Senaryodaki dinsel motifler de dikkat çekiyor hikâye boyunca. Düzenli olarak kiliseye giden ailenin dinsel söylemleri bir yana, Tanrı’dan bekledikleri müdahalenin bir kaza sonucu gelmesi ve kazaya uğrayan kişinin arabasının dikiz aynasına asılı haç ve tespihi ile bu mucizenin Tanrı’nın eseri olduğunun vurgulanması gibi örnekler bu yaklaşımın izlerini taşıyor. Bu “kusurları” bir yana film zaman zaman hayli klişe olsa da trajediden kendisine pay çıkaran medyayı ve yaklaşan seçimleri düşünmekten başka derdi olmayan politikacıları da eleştirisinin kapsamına alarak iyi bir iş yapıyor. Keşke daha derinlikli çizilmiş karakterlerle yapsaydı bunu ve keşke benzer eleştirilerden farklı ve yeni bir şeyler söyleyebilseydi filmimiz. Kahramanımızı canlandıran Denzel Washington ve eşi rolündeki Kimberly Elise’nin görevlerini fazlası ile yerine getirdikleri film Amerikan orta ve alt sınıflarının işsizlik ve düşük ücret gibi sorunlarını da gündeme getirerek ilgiyi hak etse de dramını zaman zaman fazlası ile yüzeysel kılarak veya yaptığı diğer seçimlerle (örneğin rehin alınan hasta karakterlerinin dikkat çekici bir zorlama ile toplumun her kesiminden bir örnek olsun mantığıyla oluşturulması) kendisine zarar veriyor. Yönetmen Cassavetes’in duyarlı temasına rağmen filmini yüzeysel görünmekten kurtaramaması ve tipik bir Hollywood mizansen anlayışından uzak duramaması da filmin lehine olmamış. Özetle, önemli bir konuyu gündeme getiren ama bunu derinleştiremeyen ve gerek sinemasal yaklaşımı gerekse söylemleri ile yarı yolda kalmış bir film karşımızdaki.

(Visited 174 times, 4 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir