Kamataki – Claude Gagnon (2005)

“Doğanın kuralı: Kaçma, kaçarsan saldırılırsın. Kafa tutma ama kaçma”

Yoğun bir depresyon yaşayan ve intihara teşebbüs etmiş yarı kanadalı yarı Japon bir gencin Japonya’daki amcasının yanına gitmesi ile geçirdiği değişimin hikâyesi.

Kanadalı yönetmen Claude Gagnon 1979 tarihli ilk filmi “Keiko” adlı eserde olduğu gibi yine Japonya ve Japon kültürü odaklı olan bu filminde babası Japon olan Batılı bir gencin zaten bunalımlı günler yaşarken babasının ölümü ile iyice içine düştüğü depresyondan kurtulması için annesi tarafından amcasının yanına gönderildiği Japonya’da yaşadıklarını anlatıyor. Konusu itibari ile film bir Batı ve Doğu kültürleri karşılaştırması gibi görünse de Gagnon’un senaryosu bunu incelikli bir biçimde ele almayı başarıyor. Kahramanımızın amcasının ustası olduğu geleneksel çömlek işini öğrenirken hem kendisini hem hayatı –yeniden- keşfetmesini tıpkı çömlek işinde olduğu gibi sakin ve yalın bir dille anlatıyor filmimiz. Modern yöntemlerin karşısında ve kusursuzluğun değil güzelliğin ve doğallığın yanında duran yöntemlerle çalışan amcanın hayat anlayışının genci dönüştürmesini yavaş ama zarif bir biçimde akan senaryosu ile anlatan film seyircisinden bir parça sabır isteyen, belki bir parça uzamış görünen ama içerdiği zenginliklerle kesinlikle kayda değer bir çalışma.

Filme adını veren kamataki yöntemi geleneksel bir Japon çömlek yapma şekli ve günlerce ve büyük bir sabırla bir fırının önünde durup düzenli olarak ateşi beslemeyi gerektiriyor. Çıkan sonuç pürüzsüzlükleri ile değil, kendini vererek bakanlarda zengin çağrışımlar yaratacak biçimleri ile dikkat çeken çömlekler oluyor bu yöntemde. Genç kahramanımızın ön yargılarını, huzursuzluklarını, Batı kültürüne özgü telaşını ve mükemmellik beklentisini fırının karşısında ve amcasının yanında geçirdiği günlerle geride bırakmasını anlatan fimin senaryosu öncelikle hayatı, bize verildiği şekli ile savunmayı ve sevmeyi öğütlüyor. Hayatı her anlamı ile deli dolu yaşayan, çocuksu zevkleri olan, sıkı içen, kendisinden aşk talep eden hiç kimseyi geri çevirmemek üzerine kurulu bir hayatı olan amca ile gencin farklılıklarını ilk olarak hayat kadınlarına bakışları (genç asla bu tür kadınlarla yakınlaşmayacağını söylerken, amca kendisinden ilgi ve sevgi talep eden hiçbir kadını geri çevirmemesi gerektiğine inanıyor) üzerinden gösteren film final karesi ile gencimizin geçirdiği dönüşümü çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Bu karede mutlak bir sessizlik ortamında bir kayanın üzerinde hiç hareket etmeden tuttuğu oltası ile balık avlayan gencin görüntüsü gerçekten unutulmaz bir an olarak belleklere kazınma potansiyeline sahip. Filmin insanları, kültürleri ve yaşayış şekilleri ile Japonya’ya sıkı bir aşk serenadı olduğunu söylemek de mümkün. Karşımıza modern Japonya’yı veya şehirlerini hemen hiç getirmeyen film hikâyesini çömlek fırınının karşısında ve fırının ve amcanın evinin bulunduğu muhteşem bir doğanın içinde anlatıyor. Film bittiğinde orada tüm bir ömrü geçirmeyi istemeyecek çok az insan olacaktır muhtemelen.

Geleneksel yöntemin değerinin –hatta kutsallığının- altını çizmek ve Batı’nın her şeyi hızlandırma, daha verimli hale getirme ve bu arada ruhunu öldürme hedefini eleştirmek amaçlı ve gereksiz Amerikalı çırak sahnesi ve kimi tekrarlar nedeni ile bir parça uzamış olsa da filme önemli bir zarar vermiyor bu durum. Büyümeyi ama çocuksu yaşam sevincini yitirmemeyi, telaş etmeden yaşamayı, hayata ve etraftaki her şeye sabırla ve ısrarla tekrar tekrar bakarak yeni zenginlikler keşfetmeyi anlatan film başarılı tüm yan karakterlerin yanında iki erkek oyuncusunun sıkı performansından da sağlam bir destek alıyor. Genç oyuncu Matthew Smiley karakterinin depresyon anlarında hafif aksar gibi olsa da, tıpkı karakterinin dönüşmesi ve zenginleşmesi gibi gittikçe güçlenen bir oyun veriyor. Japon amca rolündeki tecrübeli oyuncu Tatsuya Fuji (1978 tarihli unutulmaz Nagisa Oshima filmi “Ai No Borei – Duygu İmparatorluğu” ile hatırlanabilir) ise ağır aksanlı İngilizcesi ile hem filmi hem seyredeni peşine takmayı başarıyor kesinlikle.

Yönetmen Gagnon filmini hikâyesine ve temasına çok iyi oturan bir mizansen anlayışı ile yönetmiş; zarif, sakin, sabırlı ve yumuşak bir sineması var filmin. Gencimizin yaşlı Japon kadını ile olan ikili bir sahnesi var ki bu zor ve duygusal sahne ancak bu kadar dürüst ve yalın anlatılabilir diyecektir pek çok sinemasever. Tıpkı çömlek fırınına yapması gerektiği gibi kendi içinde de “güçlü ve iyi bir ateşi” hep canlı tutması gerektiğini öğrenen gencin hikâyesi, üzerinize gelmeyen ince duygusallığı ile karakterine aşık olacağınız türden bir film. Öyle ki o muhteşem son karede onun sabırla suyu seyretmesi gibi sizin de sabırla onu sonsuza kadar seyredip, hissettiği huzuru paylaşma arzusu duymanız kuvvetle muhtemel. Olağanüstü güzellikteki doğayı kartpostal yapaylığına dönüştürmeden karşımıza getiren Hideho Urata’nın görüntülerine ve Jorane’ın (gerçek adı Johanne Pelletier olan besteci, şarkıcı ve çellocu) kırılgan müziğine dikkat etmeyi de unutmayın. Film de bu müzik gibi kırılgan, ama aynı zamanda zarif, insancıl, hayata ve aşka şiirler söyleyen ve yaşama sevinci ile dolu bir çalışma.

(Visited 155 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir