Kamyonet – Peter Wahloo

İsveçli yazar Per Fredrik Wahlöö’nun (kitaplarının İngilizce baskılarındaki ve bizde bilinen adı ile Peter Wahloo) Franco döneminin İspanyası’nda geçen romanı, resim yapmak için bölgeye gelen bir Alman’ın parçası olduğu gerilimli olayları anlatan bir kitap. Gerek tek başına yazdığı romanları gerekse bir başka İsveçli yazar olan Maj Sjövall ile birlikte yazdığı ve Martin Beck adındaki hayali bir İsveçli dedektifin maceralarını anlatan polisiyeleri ile bilinen Wahlöö’nün pek çok eseri, başta Martin Beck’in maceraları olmak üzere, sinemaya ve televizyona uyarlanmış ve yazarı sanatın bu alanında da popüler kılmıştı. Bir polisiye, bir gerilim romanı ve belki en az bir o kadar da politik bir kitap bu ve elinize aldığınızda bitirmeden bırakamayacağınız türden bir eser kesinlikle. Politik ve cinsel bir gerilimi (ve şiddeti) o dönemde faşist diktatör Franco tarafından yönetilen İspanya’nın günlük hayatına mükemmel bir şekilde yediren roman, bu Marksist yazarın diğer eserlerini de hemen okuma arzusu yaratacak kadar güçlü bir çalışma.

Kimi edebiyat eleştirmenlerince, hem romanda hem özel hayatında partneri olan Maj Sjövall ile birlikte “İskandinav Polisiyesi”nin yaratıcısı olarak bilinen yazarın bu romanı farklı ülkelerden insanları odağına alan bir eser: Bir Alman, Norveçli bir çift, iki İspanyol erkek kardeş bu psikolojik yanı hayli yoğun olan gerilim romanının ana karakterleri. Bunlara bir İspanyol çavuşu, olayların geçtiği bölgede yaşayan (veya bölgeyi ziyarete gelen) başka yabancıları (Finli, İngiliz vs.) ve romanın baş karakteri olan Alman’ın geçmişindeki kimi Alman karakterleri de eklemek mümkün eserin “uluslararası” karakterini göstermek adına. Roman üçüncü ağızdan yazılmış olsa da, nerede ise tüm sayfalarda yer alan Alman karakter Willi Mohr’a odaklandığı için anlatılanlar, zaman zaman adeta birinci ağızdan yazılmış bir romanı okuyor gibi hissediyorsunuz; bu duyguyu uyandıran asıl olarak yazarın bu karakteri oldukça etkileyici bir biçimde çizmesi kuşkusuz. O kadar yakın hissediyorsunuz ki bu karaktere, düşünceleri ve hisleri bir süre sonra adeta size aitmiş gibi geliyor. Burada yazarın nerede ise görsel bir dil kullanmasının da payı var; örneğin ilk iki sayfayı okuduğunuzda kahramanın kendisini, yaşadığı evi ve evin içindeki tüm canlı ve cansız nesneleri hayli zengin ve canlı bir şekilde canlandırabiliyorsunuz gözünüzde.

İspanya’da 1936 ile 1939 arasında yaşanan ve bugün de izlerini hissettiren iç savaştan sonra ülkeye egemen olan General Franco’nun diktatörlüğü altında yaşayan toplumda geçiyor hikâye. Kahramanımızı sıkı bir sorgudan geçiren (gerçekten müthiş yazılmış bu sorgu bölümleri) İspanyol çavuş, “Buranın insanları iyi, basit insanlardır. Hiçbir şey istemezler, sükûnet ve düzen içinde ekmek paralarını kazanmakla ilgilidirler sadece. Belki fakirdir çoğu ama mutludurlar ya da başlarından geçen tatsız ve sıkıntılı olayları unuttuklarında mutlu olacaklardır. Doğru olanı öğrenecekler zamanla. Bu yoldalar zaten. Onlar için gerekli olan sağlam bir inanç, düzenli bir yaşayış ve hayatta kalabilecekleri kadar iş.” İfadeleri ile tanımlıyor bu toplumu ve ülkedeki diktatörün (ve elbette tüm diktatörlerin) “ideal toplum” tanımını da çiziyor bir yandan. Yazar Wahlöö kendi politik duruşunun izlerini taşımış romanına (Alman’ın finaldeki aksiyonu başta olmak üzere) ama ustaca anlatılan bir gerilimli hikâyenin doğal bir parçası yapmış tüm politik unsurları ve romanın edebî değerine hiçbir zarar vermemiş. Grevci maden işçilerinin katliamla sonuçlanan silahlı isyanı, parlamento üyesi bir askerin kızının yörede yaptığı gezide yaşananlar, Katalan veya Basklı işçilerin yoksulluğu ya da iki İspanyol kardeşin İç Savaş’ta Cumhuriyetçiler’in safında savaşmış ve kaybedilen bir mücadelenin yılgınlığını taşıyan babaları gibi unsurlar olay örgüsüne ustalıkla yedirilmiş.

Her zaman kronolojik bir sıra ile ilerlemeyen ve arada geri dönüşlerle anlatılan romanın başarılarından biri sizi romanın baş karakterine çok yakın hissettirmesi ama gerçekleri ve onun gizemi üzerindeki perdeleri yavaş yavaş açarken sizi doğal bir şaşkınlığa uğratabilmesi. Şaşkınlığa uğruyorsunuz çünkü bu denli yakınlık hissettiğiniz karakterin sizden de gizledikleri olduğunu fark ediyorsunuz. Geldiğini tahmin ettiğiniz gelişmelerin gerilimini hep diri tutmayı başaran, pasif ve sessiz bir adamın sondaki “aksiyon”u ile etkileyen ve finali ile hüzünlendiren bu roman faşizmin (ya da faşizan eğilimlerin) görünür bir şekilde ya da üzeri örtülü olarak toplumların içinde hep bir şekilde canlı kaldığını da söylüyor bize. Yine de kötümser bir duruş değil bu; Willi Mohr gibi “tarafsızlığı” ve “pasifliği” üzerimizden atabilme potansiyeli var içimizde, sonucu ne olursa olsun üstelik…

(“Lastbilen” – “Per Fredrik Wahlöö”)

(Visited 145 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir