Karanlığın Yüreği – Joseph Conrad

Polonya asıllı İngiliz yazar Joseph Conrad’ın önce 1899’da Blackwood’s Edinburgh Magazine adlı dergide yayımlanan, kitap olarak ise 1902’de başka hikâyelerle birlikte basılan kısa romanı (ya da uzun hikâyesi). Francis Ford Coppala’nın “Apocalypse Now” (Kıyamet) adını taşıyan ve Cannes’da Altın Palmiye kazanan 1979 tarihli uyarlaması başta olmak üzere sinema, radyo, televizyon, tiyatro, edebiyat ve hatta video oyunlarına esin kaynağı olan bu kısa roman “Afrika’nın kalbi” olarak nitelendirilen bir bölgede yer alan Kongo’da yapılan bir yolculuğu ve bölgede yaşayan Kurtz adındaki gizemli bir adam etrafında oluşan esrarlı havayı anlatıyor. Maceralı bir hayatı olan Conrad’ın kişisel gözlemlerini çarpıcı bir şekilde kullandığı roman bugün edebiyat tarihinin en önemli eserlerinden biri olarak kabul ediliyor. Emperyalizm, sömürgecilik ve ırkçılık üzerine yazılmış en başarılı romanlardan biri olan kitap Conrad’ın üslubu ile de ayrıca değerli olan; sadece ele aldığı temaları ile değil, adında da yer alan “karanlık” atmosferi ustalıkla kurması ile de ilgiyi hak eden ve aynı zamanda edebiyattaki yolculuk hikâyelerinin en etkileyicilerinden biri olan önemli bir yapıt bu.

Conrad’ın farklı eserlerinde karşımıza çıkan hayalî İngiliz denizci Charles Marlow karakterinin ağzından anlatılıyor roman. Fildişi ticareti yapılan bölgede, Kongo nehri boyunca ilerleyerek oradaki şirketin en önemli temsilcisi olan Kurtz’a doğru yaptığı bir yolculuğun hikâyesini anlatıyor Marlow denizci arkadaşlarına. Bordo Siyah Yayınlar’ın hazırladığı baskıya kapsamlı ve doyurucu bir önsöz ve tanıtım hazırlayan Veysel Atayman’ın yazarın hayatı, maceraları ve bunların eserlerine yansımasını okuyucuya çok iyi aktarmasının yanında eseri anlamaya ve değerlendirmeye çok ciddi bir katkı bir katkı sağlayan önsöz de çok değerli. Conrad’ın birkaç haftada yazdığı söylenen bu kısa romanda “… kendi yaşadıklarını çok daha geniş kapsamlı ele alırken, sömürgecilik eleştirisini bu yaşantının izlenimleriyle ustaca birleştirmesini bilecektir” diye yazan Atayman yazarın Afrika’daki yolculuğu ile ilgili güncesi için de şunu belirtiyor: “… yazarın, ülkenin içine doğru yaptığı bu yolculukta bir gözlemci ve elbette bir işbirlikçi olarak duyduğu anlatılmaz tiksintiyi, uygarlaşma adı altında yapılan uygulamaların yarattığı dehşete duyduğu tepkiyi bize sezdirmektedir”. Çok önemli bir saptamada da bulunan Atayman yazarı “… bunları Marlow’un yaşadığı olaylar gibi sunarak… emperyalizmin bu yoğun yayılma döneminde sömürgeciliğe karşı çıkmak için gerekli olan çalışmanın da ahlaki sorumluluğundan kurtulmuş olmaktadır” ifadeleri ile eleştiriyor. Conrad’ın Marlow’un ağzından, olan biteni bölük pörçük anlatmasını da “… ancak bizzat anlatarak ne olup bittiğini anlamaya çalışan biri böyle bölük pörçük, kopuk, tekrarlarla anlatır” cümlesi ile yorumluyor Atayman. Pek çok eser için yazdığı ve rutin bir önsöz olmanın çok ötesine geçen yazıları ile okuma keyfini artıran ve 2016’da hayatını kaybeden Veysel Atayman’ı da anmış olalım bu arada.

Afrika’nın “vahşi”leri ile kıtadaki “uygarlaşmış sömürgeci” beyazları aynı düzeyde görüyor Conrad kitabında ve Coppola’nın hikâyesini Vietnam’da geçirdiği filminde Marlon Brando’nun canlandırdığı Kurtz ile edebiyat tarihinin en gizemli ve güçlü karakterlerinden birini yaratıyor. Eserin uzun bir bölümünde Kurtz hakkında konuşulanları, onunla ilgili hikâyeleri dinliyor sadece anlatıcı Marlow ve onun ağzından neredeyse bir “tanrı” gibi algılanacak bir karakteri inşa ediyor adım adım Conrad. Eserin en ilginç yanlarından biri de bu: En önemli karakterini çok uzun bir süre boyunca anlatıcının (dolayısı ile okuyucunun) karşısına çıkarmıyor Conrad. Marlow’un -henüz görmediği- Kurtz’u anlatmak için “Geçit vermez bir karanlığın kalbinden gelen sahte bir akım” ifadesini kullandığı kitapta “Karanlık” kelimesine(ve bu kelimenin çağrıştırdıklarına) bolca yer verilmiş yazar tarafından. “Dünyanın en büyük kasabası” olan Londra ile Afrika arasında parallelik kuruyor Conrad ve bölgedeki sömürgeciliğin sembolü olarak görebileceğimiz ve soyadı ile Almanları çağrıştıran Kurtz’a biçtiği etnik kökenlerle de bu sembol olma durumunun altını çiziyor: “Annesi yarı İngiliz yarı Fransızmış. Kurtz’un meydana gelişine tüm Avrupa katkıda bulunmuş…”

İş bulmak için yardımını istediği halasının “Cahil milyonları kaba yaşamlarından kurtarmaktan” söz etmesi üzerine Marlow’un, kendi anlatımına göre “… sonunda dayanamadım. Araya girip şirketin amacının kâr etmek olduğunu ima etmeye çalıştım” sözleri ile verdiği tepki üzerinden yapılan saptamaların başka örnekleri de var kitapta. İnsanlık tarihi boyunca, emperyalizmin “doğal” bir sonucu ya da aracı olan sömürgeleştirmenin “uygarlık” getirmek adı altında pazarlanmasının bir uzantısı olan bu ve benzeri satırlar doğrudan ya da dolaylı olarak birden fazla kez yer alıyor kitapta. Conrad’ın kendi döneminde çok da ilgi gördüğü söylenemeyecek olan ama bugün edebiyatın en çok yorumlanan, analiz edilen eserlerinden biri olan çalışma Batı’nın sömürgeciliğinin karanlık bir resmini çıkarsa da özellikle Afrikalı sanatçıların eleştirisine de uğruyor sık sık. Örneğin Nijeryalı edebiyatçı Chinua Achebe, Conrad’ın bu romanında Afrikalıları “insanlıktan çıkardığını” (insan özelliklerinden arındırdığını)” (dehumanize) ve “Afrika kıtasını Avrupa’nın ve uygarlığın antitezi olarak gösterdiği”ni belirtiyor.

Kurgusu, bir anlatıcının atlayarak ve parçalı bir biçimde dile getirdikleri üzerinden ilerlemesi, özel bir gayret içinde görünmeden karanlığın resmini etkileyici bir şekilde çizebilmesi ve dönemine göre “modernist” görünen havası ile önemli bir roman bu.

(“Heart of Darkness”)

(Visited 568 times, 8 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir