Kibar Feyzo – Atıf Yılmaz (1978)

“Öküz diye tutturdu. Öküzü alırsak, kimin tarlasını süreceğiz? Maho Ağanın. Mahsulatın üç payı onun, bir payı bizim. Ama Gülo’yu alırsak, Gülo’nun tümü bizim. Tepe boyu kullan, ömür boyu sür ha sür. Afet de olsa kuraklık da olsa hiç şaşmaz. Dokuz ayda bir kunlar. Yani anlayacağın, tarla da bizim mahsulat da bizim. Ama gel de anam karıya anlat bunu. Öküz, öküz diyor; başka bir şey demiyor. Sen Leyla ile Mecnun hikâyesini bilir misin, Hâkim Bey? Bir Mecnun da ben olayım demişim. O zaman gâvur anamın yüreği sızlar, bana Gülo’yu alır”

Başlık parası yüzünden evlenemeyen bir adamın bu sorunu senet imzalayarak halletmesinden sonra başına gelenlerin hikâyesi.

Osman Şahin’in “Fareler” adlı hikâyesinden esinlenen senaryosunu İhsan Yüce’nin yazdığı (her ne kadar Ertem Eğilmez, Şahin’in hikâyesinin sinema hakkını satın almış olsa da, jenerikte bu esinlenmeden bahsedilmiyor) ve yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı bir Türkiye yapımı. Hikâyeye adını veren Feyzo karakterini canlandıran Kemal Sunal’ın en popüler çalışmalarından biri olması, Sunal’a eşlik eden zengin kadrosu ve hikâyenin yine Sunal’ın en politik göndermelerle dolu filmlerinden biri olması ile sinemamızın önemli yapıtlarından biri bu. Senaryoda, Yeşilçam’ın hakkını yeterince vermediği İhsan Yüce’nin eli olduğunu hemen her sahnesi ile hissettiren film Atıf Yılmaz’ın klasik Yeşilçam unsurlarının zaman zaman dışına çıkması ve sadece Sunal’ın oyuncu olarak çekiciliğine yaslanmaması ile de önemli olan, o dönem için kabul edilebilir olsa da bugün bazı yaklaşımları ise eleştiriye açık bir çalışma.

Film Feyzo’nun (köyde söylendiği adı ile Kibar Feyzo) mahkemede hâkime (= kameraya = bize) orada olmasına neden olan olayları anlatması ile başlıyor ve hikâye boyunca da zaman zaman günümüze dönerek, Feyzo’nun hâkime ne olduğunu aktaran, yorumlayan ve finalde de can alıcı soruyu sorduğu (“Suç kimde?”) anlara atlıyor. Hikâye temel olarak, askerden dönen Feyzo’nun denkleştiremediği başlık parası nedeni ile evlenemediği Gülo’ya (Müjde Ar) kavuşmak için Bilo (İlyas Salman) ile girdiği yarışı, Maho Ağa’dan (Şener Şen) yardım talebini, imzalamak zorunda kaldığı senetler yüzünden yaşananları ve bunları yaparken de öküzü geline tercih eden kendi annesi Sakine (Adile Naşit) ve kızın paragöz babası (İhsan Yüce) ile mücadelesini ve kendi evliliğin gerçekleşebilmesi için kız kardeşinin bir an önce evlenmesini isteyen abisi Zülfo’dan (Erdal Özyağcılar) aldığı desteği anlatıyor. Sadece bu özet ve anılan oyuncuların varlığı, eğer hikâye de belli bir düzeyi aşabilmişse bir başarıyı garanti ediyor ve film de bu potansiyeli başarılı bir şekilde değerlendiriyor. Feyzo’nun maceraları sırasında şehirde tanık olduklarını (1970’lerin ikinci yarısının politize olmuş Türkiye’sinde geçiyor hikâye) köydeki yaşama taşıması hem bir komedi malzemesi olarak hem de çok net ve sert sol söylemleri seyircinin önüne çıkarabilmesi sayesinde filme epey çekicilik katıyor.

Başlık parasından ağalık düzenine, kadının toplumdaki ikinci sınıf konumundan yoksulluğa, cahillikten işçi eylemlerine film hikâyesinden başından sonuna kadar hep bir politik duruş örneği oluyor ve açık/kapalı göndermeleri ile bu duruşun sol ideolojiye göre biçimlendiğini de gösteriyor sürekli olarak. Bu göndermelerin çoğu filmle ilgili hemen her yazıda anılan ama fanatik hayranlarının pek çoğunun farkında olmadığı (veya umursamadığı) ifadeler. Örneğin ağanın bir sahnede, öfkelendiği köylülere söylediği “Ulan şurda 141-142 başsınız” cümlesi ceza kanununa 1936’da eklenen ve ancak 1991’de kaldırılan 141 ve 142 numaralı maddelere yapılan bir gönderme. Bu maddeler özü ile komünist ideolojinin ve örgütlerinin yasaklanması işlevini görüyordu ülkede. Feyzo’nun annesi Sakine’nin oğlunun başlık parası olarak kullanmak istediği para için “O paraya öküz alırız” demesi ise kadının Nazım Hikmet’in “… ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen” dizelerinde belirtilen konumundan yola çıkılarak yazılmış olsa gerek.

Feyzo’nun şehirde gördüklerinden (grev gibi) esinlenerek köyde yapmaya çalıştıkları aslında çoğunlukla bir yarı-aydınlanmaya işaret ediyor; özellikle mahkemede yaptığı konuşmalar daha çok bir saptamayı içeriyor ve düzenle ilgili bir radikal değişim için çaresizliği açıklıyor bize. Final, düzenin temsilcisinden kurtulmanın bir anlamı olmadığını ve düzen aynı şekilde işlediği sürece bunun sadece bir yeni temsilci anlamına geleceğini söylüyor. Yoksulluk ve cahillik Feyzo’nun “Suç kimde?” sorusunun cevabını bildiğini ama bu konuda tek baş(lar)ına bir şey yapamayacağını ifade ediyor. Şehirde işçilerin sendikalaşması bir çözümün yolu olarak gösterilirken, Feyzo ve benzerlerinin durumunda bu toplu hareketin ve dayanışmanın ancak ek radikal adımlarla bir değişikliğe yol açabileceğini vurguluyor hikâye.

Hikâyenin tüm sosyolojik ve ideolojik boyutları bir yana, Sunal’ın popülerliğini kullanan ama bunu düzeyli ve sömürmeden yapan pek çok sahne var filmde. Örneğin açılışta, Feyzo ile Bilo karakterlerinin askerlik dönüşünde eş zamanlı olarak köye geldiklerinde önce normal tempoda olan yürüyüşlerinin gittikçe hızlanması ve ardından koşmaya dönüşmesi hikâyeye eğlenceli bir giriş sağlıyor. Feyzo’nun “kursağımıza bir lokma ekmek girse, ayranımız kabarır bizim” sözü ile ve hınzır bir şekilde gülümseyerek ima ettiği cinsellik unsuru yine Sunal’ın eylemin öznesi ve nesnesi olduğu cinselliği -zaman zaman kabalaşsa da- oyuncunun varlığı ile kabul edilebilir ve eğlenceli bir hâle sokuyor. Karakterinin annesini başlık parasını vermeye ikna etmek için oynadığı oyunların keyifli sahnelere dönüşmesini sağlayan en önemli unsur da yine Sunal oluyor kuşkusuz. Elbette, zengin kadronun diğer tüm üyeleri de bir Arzu film ekolüne ve geleneğine uygun olarak sağlam performansları ile hiç şaşırtmıyorlar. İlyas Salman senaryonun kendisine az imkân vermesi ile bir parça geride kalır gibi oluyor ama o da tüm diğerleri gibi rolünün hakkını veriyor. Özyağcılar’ın Zülfo karakteri ise aslında hikâyenin gizli cevheri; onun çaresizliği ve düzen karşısındaki acizliği nerede ise kendi başına bir hikâyeyi hak edecek kadar iyi yansıyor bize ve filmin komedisinin en önemli silahlarından biri oluyor.

Film ideolojik konumuna uygun olarak hoca ve din sömürüsü eleştirisi de yaparken, kadın ve erkek korolarını “Brechtyen” bir biçimde ve Antik Yunan trajedilerindeki koroları hatırlatır bir şekilde kullanıyor Atıf Yılmaz’dan daha sonra da örneklerini (1986 tarihli “Asiye Nasıl Kurtulur?” vs.) göreceğimiz gibi. Karşılıklı mani okur tarzda olan biteni yorumlayan, karakterlerin ve seyircinin sesi olan bu koroları kullanım şekli de ilginç ve doğru Atıf Yılmaz’ın: Koro üyelerini gösteriyor kamera ama onların ağzından duymuyoruz manileri; bunun yerine kadın ve erkek bu gençleri gülerken, eğlenirken gösteriyor film ve söylenenlerle görünenleri zoraki bir şekilde senkronize etmek yerine, buradan da bir yabancılaştırma çıkarıyor.

Filmin Gülo karakterini inisiyatif kullanan, inatçı ve güçlü bir kadın olarak çizmesi de hikâyenin doğrularından. Müjde Ar’ın 1980’li yıllardaki filmlerinde benzerlerini daha da ileri taşıyarak canlandırdığı bu karakterin kullanımı ile ilgili bir sıkıntısı da var filmin ama. Bekâret, erkek şehveti ve kadın bedeninin bir cinsel meta olması konularındaki eleştirisinde zaman zaman bir gri alana kayıyor film ve eleştiri ile sömürü birbirine giriyor. Özellikle Feyzo’nun sözlerindeki cinselllik içeren küfürler ya da Müjde Ar’ın elleri ile çıplak göğüslerini örttüğü sahnenin zorakiliğinde kendisinde gösteren bu durumu 1970’lerin ikinci yarısında sinemamızı saran seks hikâyeleri furyasının sonucu olarak görmek gerekiyor ama filmin değerini azaltıyor bu tercih. Bunun yanında bir kız bebeğin “nikâh düşmez” muhabbettinin konusu olması, bir ticarî mal yerine konması ve komedi kalıbı içinde kullanılsa bile ondan “orospu” olarak söz edilmesi kesinlikle çok önemli bir yanlış ve hayli rahatsız edici. Bu sahnelerin kahramanının Kemal Sunal olması, onun fanatik hayranlarının gözünde bu sorunlu durumun üzerini örtüyor olabilir ama açıkçası tarafsız bir gözün rahatsız olmaması mümkün değil.

“Biz neden baş kaldırmıyoruz peki?” sorusunu seyirciye soran filmdeki “Onlar sendikalıysa, ben de Harranlıyım” sözü pek çok kişide filmin Urfa’nın Harran ilçesinde geçtiği izlenimini uyandırsa da, çekimlerin gerçekleştirildiği yer Hatay’daki Harran mahallesi. Atıf Yılmaz’ın Feyzo’nun mahkemede hitap ettiği hâkimi hiç göstermemesi ve hemen baştaki tek cümle dışında sesini hiç duyurmaması filmin seyirciyi yargıç yerine koymasının sembolü; bu nedenle, kameraya konuşan Feyzo aslında bize konuşuyor ve sorularının tümü de bize yöneliyor. 1980’lerdeki video kaset furyası sırasında “adaba aykırı bölümler” ve “argo kelimeler” nedeni ile Ankara Emniyet Müdürlüğü Siyasî Şube Basın Grubu tarafından yasaklanan ve kasetlerinin toplatılması kararı verilen film bir Sunal (ve Şaban) güldürüsü olmakla bir politik mesele hikâyesi anlatmak arasında iyi bir denge kuran ve sinemamızın önemli güldürülerinden biri olmayı başaran bir yapıt. Sonda Feyzo’nun ağzından duyduğumuz (“Maho ağa ölmüştür. O ölmüştür, başka ağa gelmiştir köyümüzün başına. Haber almışım, herkes Maho ağayı arar olmuştur. Bu işin sonu neye varır ben bilmem. Sen devletsin, sen bilirsin. Gayri hükmü sen ver kurban, suç kimde?”) cümleleri üzerinden sinemamızın en politik örneklerinden biri olduğunu da rahatlıkla söyleyebileceğimiz film görülmesi gerekli bir çalışma.

(Visited 235 times, 8 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir