“Bu ses senin sesine benzemiyor. Öyle güzeldin ki! Neden saldın kendini?”
Arabası ile bir “şeye” çarpan bir kadının içine düştüğü suçluluk ve tereddütün hikâyesi.
Arjantinli yönetmen Lucrecia Martel’in bu üçüncü uzun metrajlı filmi gerçeğin ne olduğunu (bu örnekte kadının çarptığı şeyin bir köpek mi, bir insan mı yoksa başka bir şey mi olduğu) söylemeyen, bunun yerine gerçeğin bilinmemesinden kaynaklanan ruh halinin üzerine giden ve tüm film boyunca bir yandan da seyircisini farklı okumalara teşvik eden çalışmalardan.
Filmin baş kahramanı Verónica rolünde María Onetto’nun harika bir performans verdiği bir film bu. Onetto film boyunca suçluluk, tereddüt ve endişenin iç içe geçtiği bir ifadeyi inanılmaz bir hüzünle sarmalanmış bir şekile taşıyor yüzünde. Adeta bir sisin içinde kaybolmuşçasına hem burada hem burada değil gibi. Bu ifadeye bir de hafif bir gülümsemenin eşlik ettiğini düşünün. Sanatçı karakterinin içinde bulunduğu ruh halini seyirciye çok başarılı bir şekilde geçirdiği filmde tüm övgüleri hak ediyor. Filmin başlangıç sahnesi dışında hemen her karede yer alıyor ve az konuştuğu bu filmde yönetmen onu odak noktasına oturtarak etrafındaki sesleri onun görüntüsü ile sunuyor bize. Doğrudan görünmediği sahnelerde bile film onu anlattığını net bir şekilde ifade ediyor.
Çarptığı şeyin bir insan olduğu düşüncesi ile baş etmeye çalışan kadının bir yandan gerçeği anlamak çabası ama bir yandan da endişesinin doğrulanması ihtimali filmin odak noktası ve bu noktanın etrafında hafıza, gerçeğin tanımı ve doğrudan bizim işlediğimiz veya işlenmesine tanık olduğumuz suçların karşısındaki duruşumuz temalarının üzerine gidiliyor. Bize filmde gösterilenlerin, örneğin kadının kazadan sonra otele gidip gitmediği, hangilerinin gerçek hangilerinin kadının hayal ürünü olduğunu film başarılı bir biçimde bir gizem örtüsü altında tutuyor ve böylece seyirciyi de kadının ruh haline yaklaştırıyor. Tüm bu belirsizlik veya gerçeği kabullenmemek ya da görmemezliğe gelmek üzerine olan hikâyeyi bireysel boyutundan çıkartıp Arjantin toplumunun diktatörlük yıllarında yaşananlar üzerinden okumak belki zorlama ama zihin açıcı bir egzersiz olabilir. Bu işkence, baskı ve faşizm döneminde yaşanan kıyımları, işlenen suçları “unutmayı” veya “gerçekliğini bir sis perdesinin” arkasından keşfetmeye çalışmayı da akla getiriyor film. Hikâyedeki alzheimer hastasının varlığı ve kadının bir yandan endişesini dile getirip bir yandan hayatını sürdürmesi ve buna bağlı olarak filmin finali unutmayı veya gerçeğin üzerinin örtülmesini tercih edenleri anlatıyor gibi. Gerçi Arjantin toplumu son yıllarda gerçeklerle yüzleşmekte, onları sürekli gündemde tutmakta örneğin bir Türk toplumu ile kıyaslandığında çok ama çok ileride ve gerçekle yüzleşmekten çekinilmediğini söylemek mümkün bu ülke için. Yönetmen Martel bir röportajında filmin “gerçeğin yaratıcılarının kendimiz olduğunu çünkü gerçeğin var olan bir şey değil bizim inşa ettiğimiz bir şey olduğunu ve eğer gerçeği şu anda gördüğümüz şekilde inşa edebiliyorsak başka türlü inşa etme yeteneğimizin de olduğunu” söylüyor filmle ilgili olarak. Hikâyede kadının şüphesini etrafındakilerle paylaştığı andan itibaren bir gerçeklik inşa ediliyor ve yine yönetmenin ifadesi ile “söylenenin gerçek olup olmadığının bir önemi olmadığı ama söylenenin söylenenlerde yarattığı tepki ve duyguların gerçek olduğu” bir süreç başlıyor.
Orta veya üst-orta sınıf görünümündeki ailede yaşanan hikâye genel olarak orta sınıfların toplumların tarihinde yaşanan tüm dramlarda geri çekilen, görmemeyi ve unutmayı tercih eden yaklaşımını da gündeme getiriyor. Yavaş akan ve aslında gerçeğin ne olduğunu sorgulatan yapısı dışında bir olayın yaşanmadığı film herkesin zevkine uygun bir çalışma değil elbette. Başrol oyuncusunun sakin ama arka planda çok şey saklayan yüzünün baskın olduğu hikâye sıkı bir sinemasever içinse hem içerdiği gizem ve belirsizlik duygusu hem de gerçeğin ne demek olduğu üzerine yaratttığı sorgulamalar ile hayli çekici olabilecek bir eser. Hikâyeye kadının gerçekten bir insana çarpıp çarpmadığı üzerinden değil çarpmış olma ihtimali ve bu ihtimali dile getirmesinden sonraki süreç üzerinden yaklaşılması koşulu ile bu çekicilik geçerli elbette.
(“The Headless Woman” – “Başsız Kadın”)