Les Roseaux Sauvages – André Téchiné (1994)

“Ben de sizin gibiyim, bir eşcinselim. Ama henüz ruh ikizimi bulamadım. Beni istemeyen biri ile tanıştım. Ondan vazgeçmem gerekiyor, akıllıca olan bu. Ama ben akıllı değilim. Hiç şansım yok ama yine de ondan vazgeçemiyorum. Cesaretimi yitirmem kolay kolay. Seviştik, sadece bir kez, en başta. Ama artık yapmak istemiyor. O zamandan beri bir hırsız gibiyim… Bisikletimin üzerinde ona sıkıca sarıldığım o kısa anı çalıyorum, bir de onun yanında uyuduğum bir anı. Siz tecrübelisiniz. Bana sadece siz yardım edebilirsiniz. Benim yaşımdayken, size de oldu mu bu? Bir oğlandan hoşlandığınızda, ne yaptınız? İşler nasıl yürüdü?”

Cezayir Savaşının son günlerinde dört genç insanın aşk, eşcinsellik, dostluk ve politika ile örülü büyüme hikâyesi.

Senaryosunu Gilles Taurand, Andre Techiné ve Olivier Massart’ın yazdığı, yönetmenliğini Techinê’nin üstlendiği bir Fransa yapımı. Eşcinsel François (Gaël Morel), yakın arkadaşı olan genç kız Maïté (Élodie Bouchez), François’nın hoşlandığı Serge (Stéphane Rideau) ve erkeklerin okul arkadaşı olan milliyetçi Henri (Frédéric Gorny). Andre Techinê, Bouchez dışındaki tüm oyuncuların ilk kez bir filmde oynadıkları hikâyesini arkaplanda Cezayir Savaşı’nı tutarak çarpıcı bir zariflikle anlatıyor. Karakterleri, diyalogları, aşkı ve cinselliği ele alışı ve politik içeriği ile tam bir Fransız filmi bu. Bu büyüme hikâyesine etkileyici bir gerçekçilik ve dürüstlük katan performansları ile dört oyuncunun da parladığı film gençliği ve onun o güzel günlerini, büyüme sancılarını ve kişiliğini bulma çabasını her anında samimi olmayı başaran bir dil ve içerik ile anlatıyor ve 1990’lı yılların önemli Fransız filmlerinden biri olmayı başarıyor.

Bu, kelimenin her anlamı ile Fransız filminin önemli yanlarından biri bitmekte olan Cezayir Savaşı’nın bir toplum üzerindeki etkilerini ve neden olduğu travmaları dört ana karakteri üzerinden ve yan karakterleri de ekleyerek ustalıkla anlatabilmesi. Techiné otobiyografik bir içeriği olan filmi için eğer Cezayir Savaşı’nı da içermeseydi, hikâyenin sadece bir gençlik hikâyesi olarak kalacağını ve filmini farklı kılanın bu olduğunu söylemiş bir röportajında. Gerçekten de çok doğru bir tercih bu: Serge’in ağabeyi savaştan kurtulabilmek için sevmediği bir genç kızla evlenen (“Üç genç kıza yazdım, cevap verenle evlendim”) birisi, Maïté’nin annesi savaşa karşı olan ve savaştan kaçan gençlerin saklanmasına yardımcı olan bir komünist parti üyesi, Henri ise “Cezayir Fransadır ve öyle kalacaktır” sloganı ile kurulan miliyetçi OAS örgütüne sempati duyan, babasını bu savaşta kaybetmiş ve radyodan sürekli savaşla ilgili haberleri duyan bir genç adamdır; yan karakterlerden biri olan bir öğretmen de Cezayir’de doğmuş ve şimdi Cezayirli bir kadınla evli olan bir adamdır. Bir aşk, cinsel kimlik ve büyüme hikâyesinin içine savaşı özenle yerleştirmiş film ve bu savaşın kendisini hep hissettirdiği bir hikâye anlatmış bize zarif ve çekici bir biçimde.

Bu dört arkadaşın entelektüeli olan François’nın cinsel kimliğini keşfetmesini ve bu kimlikle barışıp hayattaki yolunu bulma çabasını ince ve küçük bir esprisi olan bir dil ile anlatıyor film. François Trufaut’nun başyapıtlarından biri olan “Baisers Volés – Çalıntı Öpücükler” (1968) filminde Jean-Pierre Léaud’nun ayna karşısındaki muhteşem sahnesine bir gönderme olarak nitelenebilecek bir sahnede François “Ben bir eşcinselim” cümlesini kurup duruyor sürekli olarak ve bu kimliği ile öncelikli olarak kendisi barışıyor bu etkileyici anlarda. Onun her gördüğü erkeğe kapılma kapılma korkusunu ince bir mizah ile ele alan film, yine onun sevmeyi ama sevilmemeyi ve bu durumda aşkın yerine dostluğu koyabilme çabasını da hikâyenin inceliklerinden biri yapmayı başarıyor. Aynı karakter sinemanın da hikâyenin önemli ögelerinden biri olmasının aracı olarak kullanılmış: Ingmar Bergman’ın 1961 yapımı “Såsom i en Spegel – Aynanın İçinden” ve Jacques Demy’nin yine 1961 yapımı “Lola” filmlerinin afişleri François ve Maïté’nin gittiği sinemada afişleri ile karşımıza çıkarken, açılış sahnesinde yine aynı iki karakter gittikleri bir filmi tartışıyorlar ve tüm bunlar Truffaut göndermesi ile birlikte hikâyedeki kişilerin filmleri hayatı anlamanın ve kendilerini dışa vurmanın bir aracı olarak kullandıklarını da gösteriyor bize.

Techiné kalıcı bir etkisi olan pek çok sahne yaratmış yalın bir sinema dili ile. Yazının girişinde yer alan sözlerin bir parça komik bir hüzünle ifade edildiği sahneden Maïté ile Henri’nin komünist partinin binasındaki sahnelerine, kameranın bankta yatan Henri’nin yüzünden yola çıka çıkarak nehire ve oradaki motorlu kayığa ve kürekçilere kaydığı ve ardından tekrar genç adama döndüğü sahneden final bölümünün tümüne (bu bölümün görsel gücü nedeni ile görüntü yönetmeni Jeanne Lapoirie’yi ve yönetmeni alkışlamak gerekiyor) film pek çok anında sadeliğin içinde bir büyü yaratmayı başarıyor kesinlikle. “Tekrar yapar mıyız, umudumu korumalı mıyım” sorusunun sembolü olabileceği bir acı ve hüznün de damgasını bastığı ama yine aynı sorunun (ve o soruyu sorabilmenin) sembolü olduğu bir sevgi, güven ve rahatlığın da aynı ölçüde ağır bastığı film Techiné’nin gözü yaşlı bir duygusallıktan ustaca uzak durabilmesi ile de önem taşıyan bir çalışma. Dört genç oyuncusunun kendilerini oynarmış gibi bir rahatlık içinde müthiş bir doğallıkla karakterlerine hayat verdikleri film onların bu olmazsa olmaz katkısı sayesinde, hem çocuk hem yetişkin olan dört bireyin duygusal, fiziksel, cinsel ve politik bir karmaşa ile baş etmelerini kesinlikle etkileyici bir biçimde sergileyen önemli bir sinema yapıtı.

(“Wild Reeds”)

(Visited 92 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir